Üç gün geçmişti. Tam bomboş üç gün. Bana üç yıl gibi gelmişti. Bazen düşünüyordum. Ben iki yılı nasıl bir saniyeyle geçirdim diye. Şimdi üç günü üç yıl gibi geçiriyordum.
Her ne kadar her şey üstüme üstüme gelse de araştırma yapmıştım uyuduğum günler için. Kaza 4 Şubat 2017'de olmuştu. Bir araba biz üst geçitteylen çarpmıştı ve araba aşağıya doğru devrilmişti. Buraları hatırlıyordum.
Kazayı yapan kişi Hüseyin Erdem adında bir adamdı. İfadesine göre araba kontrolünden çıktığı için çarpmıştı bize. Şimdi ise gözaltındaydı.
Annem ile babamın ölümü ise 13 Temmuz 2017'de gerçekleşmiş. Araştırmalara göre annemle babam bir yere gidiyorlamış. Arabayı annem kullanıyormuş ancak bir duvara çarpmış. Duvar, babamın olduğu tarafa denk geldiği için babam aynı gün ölmüş ancak annem sadece arabanın sarsıntısından etkilendiğinden iki gün sonra hastanede hayatını kaybetmiş.
Bir diğer yaptığım şey ise hastaneye gitmekti. Bir sürü test yaptırmıştım. Kansızlık durumumu saymazsak normal değerdeydi sonuçlarım. Kansızlık durumunun da alkolden olduğunu söylüyordu doktor. Daha iki gün önce içmiştim ve kanımda alkol çıkmıştı. Doktor hemen bırakmam gerektiğini söylemişti. Aksi takdirde hastane kontrolü altında tutulurmuşum.
Doktor bana komadan sonra yaşayabileceğim durumları da anlatmıştı. Kemik ağrısı, halsizlik vb. şeylerdi. Biraz biraz vardı bende.
Bana ilaç vereceğini düşünmüştüm ve vermişti de ancak kullanmıyordum. İyi olmak istemiyordum.
Bu üç günüm aslında verimli geçmişti ancak bunlar beni mutlu etmiyordu. Verimliydi ama boştu işte. Belki tuhaf ama kendimi kazanamayacağım bir sınav için çalışıyormuş gibi hissediyordum.
Hayat çok manasız geliyordu. Hani insanlar der ya mutluluk paradadır diye. Evet, bu doğru ancak huzur parada değildi. Huzur, sevdiklerimizdeydi. Bunu şimdi çok daha iyi anlıyordum.
Koskoca malikanem var ama içinde beni seven tek bir insan bile yok.
Ani bir kararla annem ile babamın mezarını ziyarete gitmek için yoldaydım. Çok yakınlaşmıştım.
Şoför arabayı durdurduğunda geldiğimizi anladım. "Bir istediğiniz var mıydı Eylül Hanım?" dedi saygıyla. "Hayır." deyip arabadan indim.
Yavaş adımlarla mezarlıklarına doğru ilerledim. 'Altın Ailesi'nin Mezarlığı' yazan aynı mezar taşları gibi siyah bir taşa yazılıp asılan, bir mezarlığa göre oldukça gösterişli duran tabelayı gördüğümde oraya doğru ilerlemeye devam ettim.
Mezarlıklar hayatım boyunca hep korkutucu gelmiştir bana. Sorun toprağın altında çürümeye mahkum olan bedenler değildi. Sorun ruhlardı. İçim ürperiyordu. Ruhlarının her ne kadar cennete ya da cehenneme gittiğine inanıyor olsam da ruhlarının burada olma düşüncesi aklımı dolduruyordu.
Mezarlarının tam karşısına geldiğimde durdum. Çiçek getirmediğimi farketmiştim.
Doğal olarak gözlerim doldu. Yanaklarıma doğru aktılar. Öylece izleyeme devam ettim.
"Keşke arabayı daha dikkatli kullansaydın annem." sesim titriyordu. "Keşke hiç böyle olmasaydı. Ölmeyi ben hakediyordum. Siz değil ama siz kendi canınızı vererek benim kefaretimi ödediniz. Keşke ben ölseydim."
Ağzımdan hıçkırıklar çıkmaya başladı. Öldüklerini kabullenmiştim ama canımı yakan da buydu zaten.
Bu kadar kimsesizlik bir çocuk için fazlaydı. Hiçbir çocuk kimsesiz kalmayı haketmiyordu.
Instagramda milyonlarca takipçim vardı ama ben ona rağmen kimsesizdim.
Onlara doğru ilerledim. Acaba beni görüyorlar mıydı? Onları ziyarete geldiğimden haberdar mıydılar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Sabır Lazım
أدب المراهقينEylül Altın 15 yaşındayken bir mazoşist olan Selim Kanlı ile tanışır. Bir süre sonra sevgili olurlar ve Selim kendine zarar vermeyi azaltır. Hayatları mükemmel bir şekilde devam eder. Ta ki o güne kadar. Bir gün beraber bir trafik kazası geçirirler...