yüzleşmenin bu kadar zor olacağını bilmiyordum.
o eski eve giderken, benimle yaşıt piyanomun başına otururken; yıllar önceki gibi hissedememenin siniri vardı üzerimde.
bazı tuşlara basamıyor oluşum ve notalarımı unutuşum da körüklüyordu öfkemi.
aklımdan hiç çıkmayan o şarkıyı çalmak istiyordum ama beceremiyordum. yıllarca kafamın içinde dönüp parmaklarıma dökülemeyen notalara da kızgındım o an.
birkaç bina ötemde oturan ilhamıma da öyle.
gelmiyordu çünkü, ne bedenen ne fikren yoktu yanımda.
ben kendimi ne kadar zorlasam da içi boş, parlayan bir dekor parçası gibi geçirdiğim onsuz yılların ardından bacaklarım titreyerek gelmiştim buraya; ama o hiç çıkmamıştı evinden. kapısından geçerken kokusunu almayı ummuştum ama onu bile çok görmüştü bana.
kimdi çok gören?
tanrı mı?
ben zaten notalarımın tanrısı demez miydim ona?
derdim.
benim tatlı eziyetim. damarlarımdan bir uyuşturucu gibi sızmıştı kanıma ve ben bu bağımlılıktan kurtulamamıştım.
ilacımın bu kadar yakınındayken tüm benliğim canımı acıtan bu tahta sandalyeden kalkmak istiyordu, ama bedenim bunun aksini işliyordu.
parmak uçlarımın yaralacağını bilerek daha sert basıyordum tuşlara, istediğim sesi alana kadar daha durmayacak gibiydim.
duymak istediğim ses neydi peki? belki yavaş yavaş yükselen çığlığımdı, alamadığım nefeslerimle can çekişir gibi çıkardığım seslerdi belki. çünkü son raddeye bu seslerle gelmiş ve yanaklarımı ıslatarak piyanomun üstüne akıp giden yaşlarla sonlandırmıştım gösterimi.
boğazımdan bedenime yayılan muhteşem bir ağrıyla kalmış ve vücudumda bulduğum tüm güçle sürüklemiştim piyanoyu yerinden. kapıdaki merdivenlerden itmiş ve yuvarlanışını izlemiştim, gözlerimin önünde kendi düşüşümü görüyordum.
bedenimin aksine, kalbim rahattı; az önce oturduğum sandalyeyi de almıştım bu rahatlıkla. çıkan çirkin sesleri umursamadan vuruyordum piyanoma, kulağımda kendi ağlayışım vardı.
piyanomu parçalıyordum, kendimi parçalıyordum, geçmişimi parçalıyordum. her şey parçalanarak dağılıyordu etrafa, aynı gökyüzüne gelişi güzel dağılmış yıldızlar gibi. onun çilleri gibi.
içeri girip yanımda getirdiğim tüm benzini her biri anılarla dolu odalara dökmeye başladım bu kez. gözyaşlarım eşlik ediyorlardı yere damlayan her bir benzin damlasına. fark etmeden tümünü bitirmiştim; benzinin de, gözyaşlarımın da.
bu nedendendir ki çıkmadım evden, ayaklarımın dibindeki benzinin üzerinde attım kibrit parçasını. alevler etrafımı sarmalarken gözümü bile kırpmadım.
izledim, geçmişimin yanışını. yine kalbim rahattı, nefessizlikle büzülen ciğerlerimin aksine.
biri gelmeseydi bacaklarım evden çıkmak için hareket edecekler miydi? sanmam.
peki o biri neden az önceki krizimden neden çekip almamıştı da beni, kurtuluşumdan çekip almıştı?
ben de geçmişimle birlekte yok olacakken ateşler içinde bir geleceğe mahkum bırakmıştı, neden?bunu ona soramadım. ama etraf git gide kalabalıklaşırken onlarla birlikte kalmayı da hiç istemedim. evi yansa benim gibi oturup kurtuluşunu bekleyecek o adamın yanına gittim onun yerine.