Mete Çağın...
Duyduğum ses ne miydi? Eminim merak ediyorsunuzdur.
Hayatının içine eden, sana kendi varlığını önemsiz kıldıran, kendini yetersiz ve sebepsiz hissettiren o lanet ses ne mi?
Küçüklüğümün en güzel anısının ana karakteri olan kızın bedenindeki yeleğe saplanan ve muhtemelen göğsü gibi sırtını da morartan ikinci bir kurşunun sesi.
Üstelik kurşunun bedenine hükmetmesine izin veren kişi, beni avcuna aldığını sanan beş para etmez o kadının beş yaşında dedesinin kölesi olarak yetişen güya benim oğlum olduğu iddia edilen çocuk. Çocuk demek için masum olması gerekir gerçi.
Üzülerek bildiriyorum ki sevgili dostlarım, bu çocuk ruhunun teröristlere bağışlandığı beyninin ahlaksızca yanlışları doğrulayarak yıkandığı özünde masum olsa da bu saatten sonra hayatı boyunca kirli lekeler tarafından yönetilecek, yönetilmek zorunda kalacak. Adını dahi bilmediğim ancak ruhundaki kirin iliklerime kadar ölüm soğukluğu dolduran çocuk.
Tek bir zehirli kurşun ve yok olan onlarca anıların ruhu ,ilklerin acısı ,gülüşlerin masumiyeti,... ilk aşkım, ilk oyun arkadaşım, ilk kez benden korkmayan hatta korkmanın aksine ilk kez benim için bana sarılan kişiydi.
Kollarıma düştüğünü hatırlıyorum. Sırtındaki çelik yeleğe rağmen kulaklarımın işittiği tiz inleme sesi, sıktığı dişleri, düzeni bozulan solukları, acıdan hızlanan kalp atışları. Tek yapabildiğim onu kucaklayıp hastanenin içine taşımak ve acıdan ölmeden ağrı kesici enjekte edebilmek. Yavaşça kucağıma aldığım sırada önümüzdeki çocuk elindeki silahı ve kendini yakalatmadan birkaç saniye önce bu sefer de üçüncü kurşunu sağ böğrüne isabet etmişti. Neyse ki çelik yelekten içeriye girememişti lakin üçüncü bir kurşunun acısını kaldırabilir miydi ki? Çalan telefonum etraftaki bağırış çağırışlar şuan onu yaşatma isteğimden daha önemli değildi. Evet açık yarası yoktu. Ama ruhu yaralı bir kızın iç yaraları kanasaydı yine de yaşatabilir miydi doktorlar?
.
.
.
Günler sonra Mete Çağın...
Morgdayım... Yanına uzanmak isterdim. Beraber ölebilmek, beraber sonsuzluğa karışmak ama nafile. Onun ani gidişi çölde yeni kavuştuğum bir vahanın aslında serap olması gibiydi. Oysa şuan tek yapabildiğim soluk yüzü ve ölümün rengine ev sahipliği yapan mor ince üst ve dolgun alt dudağını izlemek... biliyorum soğuk burada kalmam sağlıklı değil evet ama gidersem de o üşür. Gidersem yalnız kalır, gidersem anılarımızda ellerimin arasından kayıp gider, gidersem bedeni bu soğuğa alışamaz. Kim bir anda eksili derecelere alışabilir ki. Hem yalnızlıktan hala korkuyordur değil mi? Hala benim güzelliğimdir? Hala kalbi benimle bir atıyordur değil mi? Doğduğumdan beri benimle atan kalbinin oradaki boşluk içimde bir yerlerde dolanan acı hissiyle paraleldi.
Ama karşımda yatan yıllarca güzelliğinden bir haber yaşayan kadının, kalbi durdu. Onun kalbi durdu ama ikimizde nefes almayı bıraktık sanki. Mevsiminden önce soldurdular benim güzel Latin Kızımı. Halbuki daha ne anılarımıza ev sahipliği yapacaktı o sıcacık kalbi.
Alkol, sigara, başka kızlar, belki de barlar, kulüpler insanların güya acı atma yöntemiyken neden bana ondan başka hiçbir şey acımı geçiremez gibi geliyordu? Neden acım hep taze kalacak gibi hissediyordum?
Kendimi kaybetmek üzereydim. Her yalanımda, her gün kalbimde, acılarımla yalnızlığımda yanımda olan kadını kaybettiğim gibi. Peki ya neden henüz kavuşmuşken kalbimin eridiğini hissetmeye başlayacakken ayrılığın siyah matemi, teninde gezdiriyor parmaklarını...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Toprağın Burçağı
RomanceSevdiğini kaybetmenin acısını yüreğinden atamamış ya da sadece etrafındakileri bu şekilde kandıran bir adam ve sevmenin ne olduğunu sadece şiirlerde hayal meyal hatırladığı kahverengi gözlerden okuyan bir kadın. Yolları kesişirse aşk mı olur hüsran...