Henry Moodie - you were there for me
UMUT KAYA - Yaşamak Çok Güzel Bi' Şey
ARDA
Hani, hayat tekdüze devam ederken içinizde acaba ne zaman kötü bir şey olacak diye geçirirsiniz ya, işte öyle bir duygu bir süredir benimleydi. Dalıp dalıp gidiyordum bir yerlere, sonra kendime geliyordum, olduğum anda birkaç saniyeliğine yabancı oluyordum. Şu son iki gündür de sık sık yaşıyordum bunu. Dünya'yı avuçlarıma alıp sımsıkı tutmak istiyordum, böylece dönemezdi ve bu tekdüze, kesinlikle sıkıcı olmayan andan bizi koparamazdı. Lamba Cini'nin vereceği üç dilek hakkını bunu gerçekleştirmek için kullanırdım.
Gökyüzü, Dünya'nın nasıl çatısıysa, bulutlar da gökyüzünün çatlaklarıydı. Yağmurlar ise son günlerde o çatlaklardan yeryüzüne akıyordu. Hayır, bulutların onarılması gerekmiyordu, çünkü hepimizin yağmurlara ihtiyacı vardı. Bir ay sonra da kar ziyaretimize gelecekti, daha da kilo almış bulacaktı dünyayı, daha zalim, daha yaşlı, daha hasta.
Herkes günlük koşuşturmacasının içinde farkında değildi; her gün yeni bir gündü, yağan her kar tanesi nasıl birbirinden eşsizse, günler öyle eşsizdi. Nasıl bir düzen kurmuştu ki insanoğlu, insanlar her gün aynı işlerine, okullarına gidip aynı saatlerde geri evlerine dönüyordu? Kimse karşı çıkmamış mıydı buna? Yağmuru izlemek çok mu sıkıcı gelmişti? Halbuki yıllarca tadını çıkarabilirdim dünyanın dört mevsimini, bize sunduğu güzellikleri. Oysa insan hem dünyayı izlemiyor hem de onu kirletiyordu.
Odamın penceresinden gecenin geç saatlerinde yağmuru izlerken, her şeyden o kadar çok sıkıldığımı, şu an, tam da şu an kalkıp kilometrelerce yürüme düşüncesi kafamda dönüp dolaşırken fark ettim. Kalemi durmadan elimde çeviriyordum. Masamın pencere karşısında olmasını annem dikkatim dağılır diye istememişti ama benim müthiş karşı çıkmamla ikna edebilmiştim buraya koymayı. Canım sıkıldıkça arka bahçeyi, bahçede dolaşan Gazanfer Abiyi, sokak hayvanlarını; başımı kaldırıp gökyüzünü, bulutları, Ay'ı izliyordum. Ve benim canım çok sık sıkılıyordu. Eylül'le bu dünyadaki anlam arayışımı bir nebze bulabilmiştim ancak içimde hep yeni şeyler denemek isteyen o sesi bastıramıyordum. Dünyayı hızlı yaşamalı, düşünmeden hızlı tüketmeliydik. O, nasıl bir anda karşımıza çıkarıyorsa bir şeyleri, biz de O'nu gafil avlamalıydık. Boşuna gelmedik şu lanet dünyaya. Ailemin maddi durumu bu ülkedeki birçok gencin ailesinden iyiydi. Yurtdışına ilk kez yedi aylıkken çıkmıştım ve sayamadığım kadar çok seyahat etmiştim. Ancak hep baskı altındaydım, doğru insan modeli nasıl olur'un cevabını ailem beni göstererek verecekti. Kime göre doğru, kime göre yanlış, hala cevaplanamayan bir soruydu. Oysa kalbim tüm bu saçmalığa dayanamıyordu.
Sigarayı ilk kez, 13 yaşındayken yine böyle bir gecede babamın cebinden aşırıp içmiştim, ilk dumanı çekişimle öksürük krizine girmiştim, sonra yavaş yavaş sigara içmeye alıştım. 14 yaşındayken annemin hiç kullanmadığı, gösteriş olsun diye garajda tuttuğu spor arabayı kaçırdım. 15 yaşındayken ilk biramı içtim, tadını hiç beğenmemiştim, sonra ona da alıştım. 16 yaşındayken ilk kez bir kızı dudağından öptüm, bu sadece dudakların değmesiydi. 17 yaşındayken Norveç Kuzey Işıklarını gördüm. 18 yaşındayken Eylül'le tanıştım. Ve bundan sonraki her anımda olmasını istiyordum. Onunla yapılacak bir dünya şey vardı. Neler neler yapacağımızı düşündükçe heyecanlanıyordum. Bir insan ancak bu kadar aklımı başımdan alabilirdi. Beni en korunaklı yere koymuştu kendi dünyasında, bense en gizli yere, ailemin bile ulaşamayacağı kadar gizli bir yere koymuştum onu.
Eylül... Sen misin acaba bu dünyadaki anlamım?
****
EYLÜL
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜMİTVARİ DÜŞLER
Literatura Feminina17-18 yaşlarında hayatla henüz tanışmışken birbirimizle karşılaştık. Bundan sonra beraber yürüyebilecek miydik?