"Biz Ayhan Güner ve Ahmet Pener'in kızlarıydık. Bütün dünya bize düşmandı biz ise suçsuz iki ruh parçasıydık... Türkiye'nin en büyük iki mafyasının iki küçük kızı."
Hatice teyzenin mutlu olmam için verdiği haberin üzerinden sadece iki saat geçti. Kafam o kadar karışık ki sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilmiyorum. Tek bildiğim çok güçsüz olduğum. Babamın benim hayatım için aldığı kararların dışına şuana kadar çıkmamıştım. İçimden bir ses artık baş kaldırmanın ve düzene isyan etmenin zamanı geldi diyordu bu seçeneğin bana felaketten başka bir şey getirmeyeceğini çok iyi biliyordum ama karşı koyamıyordum sonuçta asilik bizzat babam tarafından kanıma işlenmişti.
Bu düşünceler içinde yatağımda müzik dinlerken telefonumun çaldığını duydum, kalbim delirmiş gibi atıyordu. Telefonum o kadar uzun zamandır çalmıyordu ki telefonumun varlığından bir haberdim. Yatağımdan çıkmadan komidinin üstündeki telefonumu almak için çabaladım ve vücudumun çok hareketsiz kaldığı için bu ufacık haraketi yaparken bile zorlandığını fark ettim. Bunu kendime neden yapıyordum. Dünyaya karşı gelmek için içimdeki o ateşi söndürmek için savaşacakken kendimi neden bu kadar güçsüz yetiştiriyordum. Uzun süre dalıp düşünürken birden ilkildim. Vücudumun isyan eder haline karşı gelip yatağımdan indim, telefonumu aldığımda ekranda "Deniz " yazısını görünce gözlerim doldu.
Telefonu açıp titreyen sesimle
"Evet ben." dedim. Deniz ruh halimi tahmin etmiş olacak ki sakin bir sesle
"Üzgünsün biliyorum ama artık siyah değil beyaz sayfalara hikayeni yazma vakti geldi , hazırlanıp çıkıyorsun. Birlikte başlıyoruz."
İhtiyacım olan tam olarak buydu. Benim benimle savaşacak insanlara ihtiyacım vardı. Deniz'in sesini duymak benimle olduğunu bilmek bana çok iyi gelmişti. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Altı ay boyunca neredeyse her gün telefonda konuşmuş olmamıza rağmen onunla aynı şehir içinde olduğumuzu düşünmem beni daha da heyecanlandırıyordu.
"Seni özlemişim civcivim."
Deniz'in de buna ihtiyacı olduğunu hissetmiştim o yüzden tereddütsüz bir şekilde bu cümle ağzımdan çıktı.
Deniz'in de hayatı, yaşadıkları benden çok farklı değildi.
"Bende seni."
...
Telefonumu kapatıp üzerimdekilere baktım dışarı çıkmadığım için üstümdeki puantiyeli pijamalarım dışında kıyafetimin olup olmadığını bilmiyorum. Babamın ani kararları yüzünden apar topar gittiğim gibi yine aynı şekilde dönmüştüm toparlanmaya çok vaktim yoktu, getirdiğim eşyaları bavulumdan çıkarıp çıkarmadığımı bile hatırlamıyorum. Dolabıma doğru giderken gözlerim aynadaki görünüşüme kaydı. Bu ben miydim? Altı ay önceki Nil neredeydi? Her gün bakım yapan Nil, saçları bozulmasın diye her türlü şekle giren Nil neredeydi?
Yine kendi kendime düşüncelere daldığımı fark ettim. Şuanki Nil'i bir kenara bırakıp hazırlanmam lazımdı. Dolabımı açtığımda sadece siyah bol bir pantolonumun ve kalın mavi bir kazağımın olduğunu gördüm. Bunlar giderken asla giymem dediğim kıyafetlerimdi gerçekten de asla giymezdim ama başka seçeneğim yoktu. Her zamanki gibi tek seçenek...
Giyinmem çok kısa sürdü ve hemen telefonumu alıp odamdan çıktım. Hızlı adımlarla aşağıya indim. Yine önüme kocaman bir ayna çıktı, aynalardan artık korkmaya başlamıştım. Kıyafetlerin üzerimde beklediğimden iyi durduğunu fark edince şaşırdım. İdare ederdi işte. Saçıma gelince bir haftadır aynı şekilde dağınık topuzdu doğal durduğunu düşünüp bozmamaya karar verdim. Çıkarken kapıda Hatice teyzeyi fark ettim.
Gözleriyle beni iyice süzdükten sonra
"Seni böyle görmeyi özlemişim kuzum."
"Zor oluyor."
"Tahmin edebiliyorum. Ama seni çok iyi tanıyorum kısa sürede toplarlarsın, bugünü çok güzel geçir fakat..."
"Fakat ne?"
"Ayhan Bey akşam seninle yemek yemek istiyor akşam yemeğine kadar yetişmen lazım."
O an başımdan aşağıya kaynar suların döküldüğünü hissettim. Babamı görmeye sesini bile duymaya hazır değildim. Onu çok özlemiştim ama kızgınlığım daha ağır basmıştı.
"Ayhan Bey'e gelmeyeceğimi söylersin."
"Yapma böyle kuzum gerçekten kendine zarar veriyorsun"
"İnsanın kendi kendine zarar vermesi için kendi kararlarını kendi vermiş olması lazım Hatice teyze. Bana bir zarar geldiyse ki emin ol geldi tek suçsuz benim."
İçimi döküp kapıya doğru yönelirken Hatice teyze kolumu tuttu ve beni kendine doğru çekip omzuma başını yasladı. Birkaç saniye sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye başladı.
"Alacağın çok şey olmalı, paran vardır umarım."
Tabi ya para. Onu aklımdan çıkartmıştım. Para kullanmayalı uzun zaman olmuştu. Hatice teyzeye tekrardan dönünce elindeki kartı bana uzattığını gördüm.
"Babandan."
Alıp almamakta tereddüte kaldım yine de gururumu bir kenara bırakıp kartı aldım. Kartı elime alınca kendimi çok zengin hissettim evet paramız vardı ama şuana kadar pek parayla işim olmamıştı. Para gerçekten güzel hissettiriyormuş.
Kartı incelemem bitince Hatice teyzenin yanağına öpücük kondurup özgürlüğe yaklaşmaya başlamıştım. Kapıdan çıkınca gökyüzüne uzun uzun baktım. Hava soğuktu ama yalancı güneş tam tepede altın sırmalar saçıyordu. O an hayatımın da bu güneşe benzediğini fark ettim. Bende parlıyorum keşfedilmeyi bekleyen gizli hazineler gibi, ama etrafımı ısıtamıyorum tıpkı tepedeki yalancı güneş gibi.
Omzumda aniden bir el hissedince çocukluğumdan beri bana öğretilen kendimi koruma içgüdülerim bir anda coştu ve ani olarak eli bileğinden tutup yere yapıştırdım. Bende ne yaptığımın farkında değildim yere yapıştırdığım bedenin üstüne çıktım ve elini arkadan sıkıştırdım.
"AYYY! Olum manyadın mı?"
O an elime kalem ve kağıt verseler pişmanlık nedir, nasıl pişman olunur? Adlı sayfalarca makale yazabilirdim.
Bedenin sahibi benim tek arkadaşım Denizdi. Hemen üstünden kalktım ve birkaç adım geriye çekildim.
Deniz korktuğumu hissetmiş olacak ki ortamı yumuşatmak ve beni kendime getirmek için.
"Tahmin etmeliydim. Küçükken de böyleydin. Hiç değişmemişsin kuzucuk. Ama bir dahakine haber ver de kozlarımızı paylaşalım."
Deniz yerden zorlanarak kalktı ve bana o kadar sıkı bir şekilde sarıldı ki biran midem dümdüz olmuş gibi hissettim. Kaburgalarım birbirine girdi ve canım acımaya başladı. Evet ben değişmemiştim ama değişmeyen sadece ben değildim Deniz de hala o minik asi ve kuvvetlı kızdı. Gereğinden fazla kuvvetli.
"Benim selamlaşma tarzım da bu Deniz hanım. Birazdan senin de selamlaşma tarzın beni öldürecek sanırım." dedim
Deniz telaşlandı ve geri çekildi. Gülmeye başlayarak bu sefer ben ona sarıldım. Birbirimize o kadar içten sarılıyorduk ki sanki yıllardır görüşmeyen iki kardeştik. Galiba sankisi fazlaydı biz gerçekten kardeş gibiydik.
"Her şey geçti. Artık ben yanındayım. Ayhan amcayı geçtim bütün dünya da bir olsa beni senden ayıramaz."
Her şey geçmiş miydi? Bu çok büyük bir yalandı.
"Çok mütevazı bir yalan." diyip buruk bir gülümsemeyle gülmeye başladım.
"Kendini bu kadar karamsarlığa sürükleme bak bana benim de senden farklı bir yaşantım yok. Tek başıma kararlar veremiyorum. Çevremde beni koruyacak insanlar olmadan sokağa çıkamıyorum." bunu duyduktan sonra gözüm bahçenin kapısının ardındaki siyah Rolls-Royceye takıldı daha doğrusu arabanın etrafındaki küçüklüğümüzden beri görmeye alışık olduğumuz uzun iri yapılı siyah takım elbiseli ve mutlaka her zaman siyah güneş gözlüklerini takan adamlara. Biz babalarımızın kurbanıydık.
Düşmanımız çoktu çünkü babalarımız herkese düşmandı. Biz Ayhan Güner ve Ahmet Pener'in kızlarıydık. Bütün dünya bize düşmandı biz ise suçsuz iki ruh parçasıydık... Türkiye'nin en büyük iki mafyasının iki küçük kızı.Evettt bu bölüm de bittiğine göre kafamızdaki soru işaretleri azalmaya başlamıştır diye düşünüyorum.
Yeni bölüme geçelim bakalım bizi neler bekliyor :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHRİN ORTASINDA
Teen FictionKüçükken karanlıktan korktuğum zaman hep babamın kucağına koşardım. Babam asıl karanlığın korkularım olduğunu söyleyip beni karanlığa iterdi. Bende annemin yanına koşardım. Annemse benim aydınlık olduğumu karanlığı aydınlatacağımı söyleyerek yine be...