Boynumdaki iğne batmasının artmasıyla kendime geldim. Etraf zifiri karanlıktı. Boynuma ne batıyordu böyle? Elimle yoklamak için kaldırmaya çalıştım fakat hareket edemiyordum. Ellerim ve bacaklarım, boynum ve belim kelepçe gibi sert bir metalle sabitlenmişti. Neredeyim ben?
Kelepçeler bir anlığına açılınca rahatladım. Kafamı kaldırır kaldırmaz küt diye sert zemine çarptım. Aman tanrım, tabuttaydım. Peki bu kelepçelerde neyin nesiydi? Daha da önemlisi benim burada ne işim vardı be!!
En son hatırladığım odama 3 kızın odama gelip bana masaj yaptığıydı. Bende bu rahatlamayla muhtemelen uyuyakalmıştım. Tabi onlar bana bişey yapmadıysa...
En azından hatırladığım bu kadardı.Bu tabutta sıkışıp kalmıştım sanırım. Sakin olmaya çalışsamda etrafın karanlık olması ve bi ses bile gelmemesi beni çok tedirgin ediyordu. Bi saniye, ben ölmemiştim dimi?
Hayır ölmüş olamam şu anda nefes alabiliyorum. Nefes alabiliyor muyum? Olamaz oksijenim azalıyor.
Ellerimle kapağı itmeye çalıştım ama kendimi yormamam gerek. Aksi takdirde enerjim tükenir ve gereğinden fazla soluklanırım.Yapabileceğim hiçbir şey olmadan beklemeyi düşünüyordum fakat içim içimi yiyordu. Derken birkaç konuşma sesi yaklaşmaya başladı. Sesimi çıkarmadım. Eğer bu kişiler beni öldürmeye kalktıysa ve beni öldü olarak biliyorsa, onlara saldırmanın en uygun anını yakalamam gerekti.
Sarsıla sarsıla bir yere taşınıyordum. Anlamadığım dilde söyleniyorlardı. Yere indiğimi hissettim. Hiç ses kalmayınca gittiklerini düşünürken kapak açıldı. Bir çukur kazılmış ve beni oraya atıcaklardı. Başımdan ayrılıp az ileri gittiklerinde kapağın açılmasıyla gözlerimin alışmasını beklerken elimle de zemine sabit olan kelepçeyi sökmeyi başardım. Bunlar benim bileklerimi kesmişti. Kendimi korumak içinde şu anda elimde bir tek bu vardı.
Omuzlarımdan tutup doğrultmaya çalıştılar fakat cüssemin genişliği onları zorladı sanırım. Hala söyleniyorlardı. Elimdeki kesici kelepçeyi sert bir şekilde kavrayıp adamın boğazına saplamayı hedefledim ve öyle de oldu. Ellerime, yüzüme sıcacık kan sıçradı. Kan tanrıları buna bayılırdı. Diğeri hemen belindeki hançere sarıldı. Yerinden çıkaramadan saniyeler içinde ayağa kalktım. Ayaklarım tutulmuştu. Ayakta durmakta zorlanıcaktım fakat dayanmam ve hızlıca alışmam gerekiyordu. Yoksa sonsuza dek uyuyabilirdim.
Üstüme gelen ve ardı kesilmeyen hançer darbelerinin hepsini savuşturdum. Elimde hiçbir şey yoktu sadece yumruk atabildim. Yerden kalkmadan titreyen bacaklarıma bir tekme salladı. Yere düşmemi fırsat bulup üstüme atlayınca bir dönmeyle kaçtım. Bir tekme de ben atıp ayağa kalktım. Yerden kalkarken aldığı kumu yüzüme attı. Göremiyorum. Belime sarıldı ve geriye doğru düştük. Çukura inmiştik. Sırtımı çok sert çarptım. Üstelik üstümde bu aşağılık herif vardı. Elindeki hançeri iki eliyle kavrayıp hızla üstüme indirdi. Ölmeyi bekledim ama hala bir acı yoktu. Elimle hançeri havada yakalamıştım fakat bunu kendi isteğimle yapmamıştım. Elimden süzülen sıcak kan anlıma damladı. Tanrılar gerçekten zevk alıyordu sanırım.
Adamın hançeriyle karaciğerini deştim. Acı içinde kıvranırken üstüne basıp çukurdan çıktım. Aklım elimdeydi, ben kontrol etmemiştim. Kendi kendine tutmuştu hançeri. Ama şu anda bunu düşünemem. Nerede olduğumu öğrenip doğruca sarayı bulmam gerekiyordu.
Lanet olası yolda 3 saat yürüdüm ama artık yanlış yönde olduğumu düşünmeye başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum. O tanrı kadınla seyahat etmek çok kolaydı. Acaba şu an nerede ne yapıyordu. Beni görebiliyor muydu? Evet kesinlikle görüyordu. O halde yine aklımıda okuyabilirdi. Bunu istiyeceğimi düşünmezdim ama keşke şu an beni duysan ve beni kurtarsan.
"Sana sadece ölümün kıyısında gelebilirim..."
Aaahh amaan çok lazımdı sanki yardımın. Acaba benimi deniyordu. Karşımda uzun boylu biri bana doğru geliyordu. Kim olduğunu tam olarak kestiremedim. Sanırım tanımıyordum. Durup yaklaşmasını bekledim.
Yerli halktan biriydi. Beni köyüne götürüyordu. Gerçekten çok susamıştım. Üstümdeki kana aldırış etmedi. Garipti.
Köye vardığımızda etraftaki herkes bana bakıyordu. Merkezdeki büyük çeşmeye yanaştım ve ağzımı musluğa dayadım. İçebildiğim kadar su içtim. Ellerimdeki kanı temizledim. Yüzümden akan kırmızı sular her su çarptığımda azalıyordu. Musluğu kapattığımda düşen son damla birikmiş kanlı suya çarpıp dalgalandı. Oluşan görüntüde o kadın vardı. Dik dik bana bakıyordu. Şok oldum, kaskatı kesildim. Hareket etmeyi istesemde edemedim. Geriye doğru teptim ve ilk hareketimle koşmaya başladım. Köyün heryeri kapalıydı. Bütün yolları çıkmaz sokaktı. Girişinde ise halk toplanmış etten duvar yapmış onlarda dik dik bana bakıyordu. Ne oluyor böyle?
Saat sabahın 4:27 sularıydı. Balkondan buz gibi rüzgar esip içeri geliyordu. İnanamayacaksınız. Hepsi bir rüyaymış. Kendimi bıraktığım yerde buldum. Kalkıp balkona çıktım. Saraydan askerlerin ayak sesleri dışında çıt çıkmıyordu.
Omzuma biri dokununca irkildim.
"O rüyadan sonra normal küçüğüm."
Gelen oydu.
"Ne rüyasından bahsediyorsun? Rüya görmem ben."
"Evet görürsün. Bende senin rüyalarını istediğim gibi görür istediğim gibi şekillendiririm."
"Ne yani bunları senin yüzünden mi yaşadım ben. Neden?""Bu sadece bir rüyaydı ve sen bundan mı şikayet ediyorsun? Daha kötüsü gelecek başına."
"Benim başıma neler geldi. Bunları boşu boşuna yaşamam gerekmezdi."
"Ben istersem olur. Her yaşadığına böyle mızmızlanma. Şimdi sorgulama ve erken kalkıp hazırlan. İlk görevin şafak sökmeden eline ulaşacak."
Eğer daha bu başıysa ben neler yaşayacaktım. Gerçekle hayal birbiri içinde. Acaba şimdi rüyada mıyım?
Acaba ilk savaştan sonra göğsüme kılıç saplandığı andan itibaren rüyamı görüyordum? Ya da görmek istediğimi mi görüyordum?Artık her şeyi bekleyebilirim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin ışıltısı seninle olsun...
Ficțiune adolescențiBir gök tanrının ölümlü bir savaşçıyla akıl almaz bir mücadelesi...