Her zamanki gibi iş aramak için evden çıkmıştı. Üniversiteden mezun olduktan sonra derin bir boşluğun içine düşmüştü adeta. Hayatın birden bire durma noktasına geldiğini hissediyor ve kendisine dair var olan tüm umutları sönmeye başlıyordu.
İnsanın hayatı öyledir ya bazen bir noktaya gelirsin tüm virgulleri bir kenara bırakarak noktayı koyarsın. İşte şuan da noktanın yerine konulduğu zamanın geldiğine inanıyordu.
Yıllarca okul okudu fakat bu okullar hayata dair tecrübeler yerine hayal kırıklıkları ve keskeler bırakmıştı. İyi de her insanın hayatında yok muydu bunlar? Keşke demeyen kaç kişi vardır ki?
Tüm keskeleri diğer keskelerden ayıran bir şey vardı. Keske hiç dogmasaydim. Büyük keskelerden biri olsa gerek.
Peki insan neden bu kadar büyük bir keşke hissine kapılır ki?
Aslında tüm büyük keskeler küçük keskelerin sonucu değil midir?
Hatalarimiz, günahlarımız, bosa geçen zaman ve ömrümüz keskeler bütününü oluşturmuyor muydu?
Kim bilir belki de insan keskelerinden geri kalandır.
Küçükken anne ve baba şefkatiyle büyüdüğü, babaannesinin dizi dibinde Musa as kıssasıni dinlediği o günlerden bugüne kadar neler değişmemişti ki?
Özellikle üniversite yılları...
İnsanın kendinden ödün verebilme durumunda olduğu en riskli yillardir.
Gençliğin vermiş olduğu özgüven, heyecan, hareketlilik vs. Duygular insanı bir süre sonra kendi benliğinden uzaklaştıran yıllar ...
Nice güzel günler yaşamıştı oysaki!
Gençliğin baharı dedikleri yıllar bu yıllar olsa gerek...
Daha ilk günlerden bir çok arkadaş edinmiş her gece bir sahilde takılmaya başlamıştı. İçkiyi daha önce ağzına almamıştı hatta sigarayı da. Ama üniversite de olmanin, ortam da kabul görmenin yolunun buradan geçtiğini düşünmeye başladı zamanla.
Aslında kendinden vazgeçmesi gerekiyordu.
Kendi benliğinden.
Bunu yapmaktan hiç çekinmedi ve daha bir çok şeyi de...Kısa süre sonra birine aşık oldu. Tuğba...
Fakültenin en güzel kızı gözüyle bakardı. Sadece o da değil bir çok kişi Tuğba ya göz koymuştu. Elini çabuk tutup kimseye kaptırmak istemediği kişiden hayatının ilk reddini yemişti. Özgüveni belki de ilk defa orda sarılmıştı.Kendini basit biri gibi görmüyor, Tugbayi en çok sevenin kendisi olduğuna inanıyordu. Hiçbir erkek onun gibi sevemezdi. Ama çok geçmeden Tuğba'nın bir başka biriyle beraber takıldığını gördü.
Eğitim Fakültesinden Caner. oldukça yakışıklı uzun boylu gözleri yeşil giymiş olduğu tshirtle omuzları daha dik gözüken, fakülte de öğretim üyelerinden bile daha lüks arabaya binen, maddi durumu gayet iyi, bir çok kızla takılıp ayrilan, elde etmek istediğini kısa sürede elde eden birisiydi.
İşte o zaman kendine olan özgüveni bir kez daha sarsıldı. Tuğba'nın onun gibi biriyle sevgili olmayacağı gerçeğini çok geçmeden kabullendi. Ama unutmanın imkanı da yoktu.
Onu unutmanin bir yolu olmalıydı.
Büyük keskelere sebep olacak küçük keskelerden bir hata olacaktı bu.Tuğba'nın en yakın arkası Gönül.
Kısa boylu, kahverengi saçlı, gözleri siyah, biraz kilolu, tıpkı kendisi gibi fakir bir ailede yetişmiş, ilerde büyük keskelere sebep olacak hatalar yapacak olan birisiydi.Aslinda Gönülu sevmiyordu. Tugbaya biraz daha yakın olmanın yolu Gönülden geçiyordu. Ancak Gönül bunu fark etmişti. Ona kendini sevdirmek, kendini kabullendirmek için her yolu deniyordu.
İcki, acıları unutturur demişlerdi. Tuğba'nın acısını unutmanın yollarini en yakın arkadaşıyla sevgili olup geceleri ayakta duramayacak kadar içmekte buluyordu.
Arkadaşları onun bu halinden istifade edip onunla sakalasarak bira şişeleri uzatıyor sen kim Tuğba kim diyerek alay ediyordu.
Artık çoğu gece sarhoş, derslerden uzak, ailesinden bı haber yaşıyordu. Her gün bir kafede, bir kraathanede takılıp acısını bastırmaya çalışıyordu.
Gönülden ayrılmak istiyordu. Zaten en başından beri de sevmiyordu.
Arkadaşları vardı. Bayağı da çevre edinmişti aslında. Ancak kimse arayıp sormuyordu. Sanırım sürekli arayıp babasıyla olan problemlerinden, iş bulamayışından dolayı yakınmalarından arkadaşları da sıkılmıştı.
Sahi derdimiz kime dert olur ki bu dünyada?
Eskiye dalıyordu gözleri, özlüyor muydu o günleri acaba? Neden özlesin ki? Hani neredeydi o hiç bitmeyecek hayaller, dostluklar, muhabbetler? Sahi özlenecek işler yapmış mıydı ki? Boşa geçen 4 yıl diyordu ayağının önündeki taşa vurarak. Sonra kendini hayatın önünde bir küçük çakıl taşı gibi hayal etti. Tıpkı üniversiteden mezun olduğu ve iş bulamadığı hale benziyordu. Adeta hayatın önünde bir taş parçası olduğunu düşündü. Bu hayat onu tıpkı taşın yolun diğer tarafına savurduğu gibi savurmuştu.
Öyle elleri cebinde adımlıyordu.
Kendi ayak seslerini duyuyordu.
Sokak suskundu.
Ve o içinde yitirdiğini arıyordu.Evet içinde bir boşluk vardı. Henüz yitirdiği bu boşluğu yaşama sevinci olarak tanımlıyordu. Öyle ya yıllarca mutlu olabilmek için her şeyi yapmıştı. Ama hiç bu hale düşeceğini bilmiyordu ya da düşünmek bile istemiyordu. Şimdi 2 senedir işletme bölümünden mezun olmus, hala bir iş bulamamış, babasıyla sürekli problem yaşayan, sigara alacak parası olmayan ve bir yıldır böbrek hastalığı ile mücadele eden biriydi. İşte son 2 yıldır ağzının tadını kaçıran gecesini de gündüzünü de zindan eden yaşadığı hayat.
Halbuki o yaşama sevincini değil yaşama sebebini kaybetmişti.
Onu bu hayata bağlayacak bir şey yoktu artık. Çünkü bir hayali bir sebebi yoktu. Ne evinde ailesiyle huzuru, ne dertleşecek arkadaşı ne bir sevdiği ne de bir işi vardı.
Peki insana gerçekten yaşama sebebini veren tek şey bunlar mıydı?
Üniversitedeyken ailesinin varlığının bile farkında değildi oysaki. Ay da bir telefonla zor ulaşılan birisiydi. Hatta öyle uzun uzun konuşmayı sevmez hemen kapatırdı telefonu. Ya arkadaşları hiç dertleşmiş miydi onunla? Sadece beraber gezip eğlenirken varlardı. Cebinde parası yoksa mekanlara çağırmazlardı bile.
Ve bir sevdiği...
Gözleri doldu pişmanlıkları geliyordu aklına. Pişmanlıklar. En büyük acılardandır. Hele telafisinin mümkün olmadığını düşünürsen. Hatırlıyordu şimdi hepsini. Sırf Tuğba'yı sevdiği ve ona yaranmak için içki içtiğini, dışlanmamak için sigaraya başladığını, hatta onu kıskandırmak için en yakın arkadaşıyla bir otel odasına gittiğini...
Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Fakat gözleri öyle dolmuştu ki otobüsün üzerindeki yazıyı okuyamadigi için beklediği otobüs gelmesine rağmen kaçırmıştı. Tıpkı gençliginin en güzel yıllarını kaçırdığı gibi. Yine gözleri bulandıği için o zamanda önünden geçip giden gençlik yıllarını görmemişti ve boşa harcamıştı.
Elini cebine koydu fakat tek bir tane sigarası kalmıştı. Soğuktan elleri titreyerek yaktı sigarasını. Sonra sigaranın yandığı gibi içinde ne dumanı olan ne külü olan bir yangın olduğunu düşündü.
Hala aklındaydı unutmak mümkün değildi. Son 6 yıldır sadece onu düşünerek uyanıyordu. Üniversitenin ilk yılından beri sadece ona karşı böyle bir sevgi duyabilmisti. unutmak için başkalarıyla beraber olmayı denedi ama nafile. Tuğba, peki ya ondan olur muydu sahi? Mutlu bir yuva kurulabilir miydi? Olmaz dedi sigara dumanını üfürürken. Çünkü Tuğba onun en yakın arkadaşıyla beraber olduğunu öğrenmişti. Daha önce az da olsa bir şansı varsa artık hiç kalmamıştı. Her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı.
Hayal kurmak istemiyordu. Hele bir de gerçekler bu kadar gözünün önündeyken.
Son 2 yıldır hayeller ve gerçekler arasında kaldığında hep mağlup olmuştu. Hayelleri bir türlü gerceklerini geçemiyordu.
Sigaranın izmaritini ayağının altında söndürürken beklediği otobüs gelmişti. Artık bunu kacırrmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıkmazdan Çıkış Vardır
Novela Juveniladanmış bir hayatı atanmış bir hayata tercih etmek