BÖLÜM ON DOKUZ - "Aşk Sarhoşu"

1.8K 79 2
                                    

Şimdiden oy vermeyi unutmayın. Keyifli okumalar!


Kötü bir rüyadan uyanırmış gibi izliyorum önümdeki boşluğu. Her şeyin yeni yeni farkına varmam için birinin kulaklarımdaki tıkaçları çıkarıp, gözlerimi örten perdeleri aralaması gerekiyormuş. Haftalar öncesinden unutulmak için rafa kaldırılmış bir içki şişesinin tekrar açılıp içilmesi gibi canımı yakıyor gördüklerim, gördüğümde hissettiklerim.

Cem'in haftalardır nerelerde olduğunu merak etmemiştim, unutmuştum bile. Ama evimizin bahçe kapısından içeri girerken gördüklerim, bu tarifsiz, hissiz, hazırlıksız gelen acı bedenimi, bacaklarım dışındaki her yerimi uyuşturuyor, başımı döndürüyor.

Cem, İstanbul'a gitmiş ve yarım saat önce dönmüş yanındaki ziyaretçisi ile. Bir zamanlar kalbimin çocuksu ziyaretçisi, misafiri, ortalığı dağıtıp giden misafir çocuğu Barış ile geri gelmiş. Barış ile ortak bir arkadaş vasıtasıyla tanışmışlar ve giderek çok yakın arkadaş olmuşlar.

Bana bakıyor, gözlerinde tarifsiz bir duygu var. Parlıyor ama acıyla. Gülümsüyor ama hem alayla, hem de anlayışla. Ağzı aralanıyor bir şey söylemek için, ama daha ağzından çıkmamış kelimeler bile bana küfürmüş gibi geliyor. Kendisi bile hayatıma mal olmuş başlı başına bir küfür zaten.

Tepeme binmiş kapkara bir bulut o. Tekerleklere mahkum bırakılmış bir suçluymuşum gibi bakıyor. Ona aşık olduğum ya da hevesime yenik düşüp beğendiğim erkekliğini, bedelini ödüyormuşum gibi bakıyor bana. Ona olan çocuksu hislerimin acısını çekmemi izliyor. Leş gibi kokan anılarımızın bile her karesini tekrar tekrar hatırlıyorum.

Ulaş biliyor, Seçkin biliyor, Selin biliyor, Ezgi bilmese de benimle birlikte görüyorlar Barış'ı. Cem'in hayatımın içine eden adamla arkadaş olabileceği neden aklımın ucundan geçti ki? Ben neden Cem'le arkadaş oldum ki? Neden Barış'ı gördüm, o neden beni gördü ki? O aptal okul çıkışı neden ona çarpıp yola savruldum ki? O araba neden beni Barış'la tanışmadan önce beni tekerlekleri altına almadı da Barış beni çekip bu mahkumluğa hapsetti ki?

Kimseden çıt çıkmıyor, sinir bozucu sessizliği Seçkin'in açtığı bahçe kapısının paslanmış menteşelerinden çıkan gıcırtı bozana dek. Kimseden ses çıkmayarak hepimiz sanki hiçbir şey yokmuş gibi giriyoruz bahçe kapısına. Bir süre arka bahçede kalmak istiyorum diğerlerinin aksine. Şimdi ise kocaman bahçede bir ağacın dibinde benden ve kucağımda Maşa'dan başka kimse yok.

Cem'e olan kızgınlığımı suçluyorum. Kendime olan acınası düşüncelerimi suçluyorum. Gözlerimin gördüğü her şeye kızıyorum, kalbimin attığı içinlere kızıyorum. Dört koca senenin ardından tüm terapiler, tüm fizik tedaviler, tüm o arkadaşlar, kuzenler, öğretmenler ve İzmir'in zenginlikleriyle sunulan yeni dostlukların hissettirdiği tüm duygular arkamda kalan göle boşaltılmış, sürüklenerek benden uzaklaşıyor.

Ellerim Maşa'nın yumuşacık tüylerinde usulca hareket ederken gözlerim bacaklarımın arasından çıkmış çimenlerde öylece duruyor. Yeni kapanmış tüm yaralar tekrar açılıyor. Canım yanıyor, boğuluyorum, hissizleşiyorum ve gözlerim kapanıp açılmamak istiyor.

Gözlerim sürekli Cem'lerin arka bahçesindeki ışıklara ve silüetlerin gölgelerinde gidip geliyor. Acaba Barış beni Cem'e anlatmış mıdır? Benim acınası zamansız kazamı eğlenerek, sanki onun için intihar etmişim gibi içtiği Jack Daniel's kadehlerinde konuşmuş mudur? Cem bunları içkinin etkisiyle alayla karışık gülmelerle karşılamış mıdır?

Maşa yerinde hareketlenip dikkatimi dağıttığında kafamı kaldırıp hissizce bakan gözlerimi yanıma gelen Gece'ye çeviriyorum. Üzerinde akşamın karanlığına ve soğukluğuna meydan okuyan beyaz V yaka tişörtü ve altında kahverengi, dar kesim, yırtık pantolonu var. Beni girdiği girdaptan çekip alabileceğini düşündüğüm gözleriyle umutsuzca çırpındığım boşluktan kurtarıp kendi hayal dünyasına zevkle kabul ediyor.

ENGELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin