Buluşan Gözler, Mahvolan Kalpler...

28 2 0
                                    

Soğuk ve sıcak...İyi ve kötü...Gece ve gündüz...

Birbirlerine zıt ama aynı zamanda birbirlerini tamamlayan gerçeklikler...

Sen ve ben gibi...

Senin o tüm berraklığı ve saflığı içine çeken,deniz kadar soğuk ve bir dalga kadar hırçın kalbin...

Benim o en ufak bir aydınlık bulunmayan, sanki kuraklığın son noktasında bulunan çöl misali kalbime kenetlenmiş; ancak sen bunu kendine bile itiraf edemeyecek kadar nefret etmiştin benden. Benden...

...

Söyle bana gözlerinde boğulduğum,

Söyle bana gülüşlerinde savrulduğum,

Gerek var mı ki sözlere?

Yetmez mi tek bir bakışım?

Benim bir fırtına kadar kasvetli gözlerim,

Değse senin o ateşi buz eden gözlerine

Anlamaz mıydın senin için yanan çölleri?

Görmez miydin sadece senin için doğan o güneşi?

Belki de hapsederdin.

Kupkuru kumlarımı,soğuk ve saf denizlerine...

...

Soğuk ve kasvetli...İşe yetişmeye çalışan yetişkinler, okula doğru yol alan öğrenciler, durakta otobüsün gelmesini bekleyen insanlar...Her şeyi ile Londra'da her zaman ki bir yoğunluk vardı. Ben ise boş bulduğum ilk banka oturmuş, denizi izliyordum.

Londra'nın farklı bir aurası var. Nedenini bilemiyorum fakat beni içine çekiyor. Sanki hayatımın en huzurlu zamanları burada geçecekmiş gibi...

Haklıydım. Hayatımın en huzurlu zamanlarıydı. Belki de en acı verici zamanlarım bu huzurlu zamanların eseriydi.

Oturduğum yerden kalkıp denizin tam karşısında bulunan kafeye girdim. Neredeyse 3 saattir dışarıdaydım ve açlıktan bayılmak üzereydim.

Kafe çok büyük değildi. İçeride ve dışarıda ikişer-üçer masa bulunmaktaydı. Sandalyeler koyu kahve tonlarındaydı. Masaların üzerine serilen, açık kahve bir masa örtüsünün üzerine koyulan beyaz papatyalar çok güzel bir ambiyans oluşturuyordu.

Kapıdan geçip içeriye adım atmamla birlikte adeta büyülenmiştim. Sıcacık kahve kokuları, fırından yeni çıkmış poğaça kokuları ve adını koyamadığım bir kokuda oda parfümü...

Hemen elime sıcak bir adet poğaça ve kahve alıp kafenin önünde etrafı izlemeye koyuldum. İnsanlarda bugün nedense her zamankinden farklı şeyler vardı. Sanki aniden ağlamaya başlayacak gibiydiler.

O an bir şey dikkatimi çekti. Sırtında siyah içi dopdolu bir çanta vardı. Üstündeki kahverengi kaban ve boynuna doladığı kan kırmızısı atkısıyla sanki bütün Londra'yı içine çekmiş gibiydi. Düz, upuzun, kahverengi saçlı ve açık tenliydi.

Ancak tuhaf olan şey yüzü normal bir ten rengine sahipken elleri bembeyazdı. Ve en dikkat çekici olanı ise kahverengi saçların arasından çıkan beyaz saç telleriydi. Belki normal bir insan buna dikkat etmezdi ama ben normal bir insan değildim. Her detaya dikkat eder, en ufak konuyu bile incik cincik ederdim.

Ona uzun zamandır baktığımı yeni farketmiştim ki gözlerimi ondan çevirdim. Türkiye'de oluşan bir alışkanlıktı bu. Orada insanlara baktığınızda rahatsız olurlar ve onlara bir şey yapacağınızı sanarlar. Aslında orada yaşanan durumları ele alırsak fazlasıyla haklılar.

Sonra kendime engel olamayıp ona tekrar baktım. Ve o an adını koyamadığım şeyler oldu. Elim ayağım titremeye başladı. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu ve buna engel olamıyordum.

Ona gözümü döndürür döndürmez gözlerimiz kesişti. Sanki bir kar fırtınası...hayır hayır kelimenin tam anlamıyla bir denizin içindeydim. Masmavi, berrak ve saf gözlerinin içinde kaybolmuştum resmen.

Zaman durdu. Ve o an sadece o gözlerde kaybolmayı istedim. Sadece aralıksız bir biçimde gözlerinin içine hapsolmayı diledim. O sonu gelmeyen denizde sadece ben olayım istedim. Ancak imkansızdı. Senin o soğuk ve sessiz gözlerin,bana karşı kördü.

...

Ne kadar süredir birbirimize bakıyorduk bilemiyorum. Gözlerin gözlerime öylesine derin bakıyordu ki her şeyi bir anda unutuvermiştim. Hiç kimseyi umursamadan sadece bakışıyorduk. Ta ki birisi gelip herşeyi bozana kadar...

- ASTRİD!!

Astrid...Adın buydu demek.

Kız; sarı kısa saçları ve bal rengi gözleriyle sarı bir papatyaya benziyordu. Ve giyimine bakarsak okul voleybol takımında olduğunu anlayabilirdik.

Gelen sesle birlikte gözlerini hemen sarı saçlı kıza çevirdi. Kız koşarak ona sarıldı. Görünen o ki arkadaşıymış. Pür dikkat onları izlerken arkamdan bir ses duydum.

-Donde estas buscando?
(Nereye bakıyorsun?)

Arkamı dönüp baktığımda karşımda annemi gördüm. Gülümseyerek neye baktığımı görmeye çalışıyordu.

-Estoy mirando el mar.
(Denize bakıyorum.)

-No sabía que te gustaba tanto el mar.
(Denizi bu kadar sevdiğini bilmiyordum.)

Gülümsedi ve sırtımı sıvazladı. Sonra bana yolda bekleyen bir araba gösterdi. Babam arabanın içinde bizi bekliyordu. Anlaşılan gitme zamanı gelmişti.

Kayboldum.
Kar tanesi kadar eşsiz gözlerinde...

Savruldum.
Fırtınalara kafa tutan saçlarında...

Ve hayatı buldum.
Kimsenin kolay kolay giremeyeceği, saf ve berrak kalbinde...

Corazón de LondresHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin