188 20 64
                                    

-

Ve belki ben bir korkuluğum;
Saatlerce, günlerce, aylarca ve hatta yıllarca
Beklemeye yetecek sabrım.
Sen ise benim sonsuzluğum;
Kısaca hayatım, eğer sonsuzsa.

Kopan ip, canımı yakıyor.
Mavi uçurtma ise öylece gidiyor.
Belki rüzgârla,
Belki bambaşka bir yere.
Zira uçurtma olmazdı, değil mi;
Eğer uçup gidemeyecekse,
Öylece..?

Ruhunun yarısını oluşturanı,
Gözlerinin önünde kaybetmeyi bilir misin?
Şu an olduğu gibi,
Nefes almıyorken, hareketsiz.
Ve o buna yaklaşırken elinden bir şey gelmemesini,
Sadece durabileceğini,
Belki de elini tutabileceğini,
Tahmin edebiliyor musun?

Loş oda, yanan lamba.
Yatıyorsun yine, boydan boya.
Kararmış gökteki yıldızları topluyor yüzün,
Gecenin öptüğü saçların alnında.
Yine de vücudun soğuk, anlarsın ya?
Şimdi, bir masal anlatsam sana..?

Bir varmış bir yokmuş,
Biri yaşarmış, kim bilir hangi zamanda.
Ve içinde bir duygu,
Hani çiçekler açar,
Kalbin minik bir heyecanla atar ya?
Sevdiğini izlerken,
Sadece izlerken güzelleştirirmiş gününü.
Utangaç mı dersin,
Yoksa bir aptallık mı bu?
Belki, sadece onu sevmemesinden korkuyormuş;
Buna ne dersin?

Bir gün gelmiş.
Öyle bir gün ki bu,
Gören, cennet sanırmış.
Sıcak hava, kelebekler renk renk.
Güneşin sevgili çocukları, ayçiçekleri,
Sevdiğinin yüzünde.
O ise karar vermiş.
Konuşacakmış seninle, çiçekleri elinde.
Aldığı derin nefes
Onu cesaretlendirmeye yetmese de,
En azından güç vermiş, yanına gitmeye.

O an rüya gibi gelmiş,
Farkında olsa bile, uyanmak istememiş.
Yarını engellemek istercesine
Çiseleyen yağmurun altında,
Senin soğuk parmaklarını kavramış,
Hayatı oradaymışçasına.

Sonra, kim bilir ne zaman;
Belki de, zaman algısını yitirdiği bir an
Çağırılmış,
Senin tarafından.
Her zamanki gibi.
Seninle tanıştıkları alan.

Sessiz,
O kadar sessizmiş ki
Kendi nefesi dolduruyormuş kulaklarını.
Adımları, çimenleri ezen her bir baskı
Gürültü koparıyormuş.
Başı önünde, elleri sımsıkı, ipi kavramış.
Yine de ne bir tepki,
Ne de başka ses varmış.
Belki ufak hıçkırıklarmış duyulan.

Elindeki çiçekler ani bir şekilde yerle buluşurken
Ve onu saran kollara karşı,
Yapabileceği tek şey karşılık vermek iken,
O hep mutlu gördüğü yüz,
Yağmurlu havaya bürünmüşken...
Tabii, uçurtma uçamaz, değil mi?

O gün, öleceğini öğrenmiş.
Yapabileceği tek şey,
Umutsuz bir şekilde beklemek, izlemekmiş.

Bir varmış bir yokmuş,
Korkuluğa asılı gaz lambası,
Fitilinin sonuna yaklaşıyormuş.
Başında, sessizce oturan genç sevgi dolu,
Elinde çiçekleri,
Sadece, sadece sana bakıyormuş.

Papatyaların önünde, kırmızıya çalan gözler dolmuş.
Elindeki uçurtmayı kaybetmiş minik bir çocuğu andıran,
Aynada kendini tanıyamayan
Ve beyaz yalanlarla kendini kandırmaya çalışan...
Ama artık kalmamış gözyaşı,
Sana dökecek.
Zaten sence de harcamamış mı hepsini;
Onun elinden yavaşça kaymanı izleyerek?

Yaklaşamıyorum.
Ama istiyorum.
Ayrıca elini tuttuğum an;
Korkuyorum,
Cansız soğuklukla karşılaşmaktan.

Şimdi ise bakmıyorum arkama,
İçindeki her şeyi öylece dökeceğim bir kalbim,
Söylemek istediğim bir şey var sana.

-

Anlaşılacağı üzere uçurtma Scara'yı, korkuluk ise Kazuha'yı temsil ediyordu. Hastalığı yavaş yavaş ilerlerken yapabileceği hiçbir şeyin olmamasından ve sadece onu izleyebileceğinden bahsediyordu. Sondan bir önceki kıta her bölümün sonundaki ufak kısımdan oluşuyor. Kurgu biterken hepsini bir araya getirmesi ise ölümünü hemen kabullenemediğini gösteriyor. Yani bunun sonu, Kazuha'nın tamamen kabullendiği an diyebilirim. En sondakinden ise bir şekilde yaşamaya devam etmeye çalıştığını ya da kısa süre sonra öldüğünü düşünebiliriz sanırım, ucu açık bir final olmasını istedim. Umarım çok kapalı bir anlatım olmamıştır. Çok ani bir ilhamla yazdığımdan hatalar olması muhtemel ^^

Umarım beğenmişsinizdir!! Hoşçakalın, kendinize iyi bakın ^-^!

the scarecrow's kite,, kazuscaraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin