Milad ♥ 6

1.8K 118 67
                                    




KORHAN

İnsanlara ne kadar muhtaç olursanız, onlardan kaçma ihtiyacınız o kadar artardı. Hayat, bir mengenede soluğunuz kesilene kadar sizi sıktığında, yaşanılan zamana ve olup bitene çare bulamadığınızda, içinden çıkamayacağınız hayal kırıklıklarına battığınızda kaçmak isterdiniz. Sadece kendinizden değil, bir daha geri dönmemek üzere her şeyden...

Bu korkaklık mıydı yoksa özgürlük mü emin değildim ama cesaret gerektirdiğinin farkındaydım.

İnsan kaçıp gittiği zaman bir sürü şeyi geride bırakıyordu belki ama bir şeyleri ya da birilerini geride bırakmanın ağırlığını daima üzerinde taşıyordu. İçinde sonsuz bir tutsaklık yaşayarak ne kadar özgür kalabilirdi ki? Bedenlerimizin de bir tabuttan farkı olmadığını anımsatıyor bu bana. Kendinden kaçamadıktan sonra kat ettiğin mesafenin ne önemi var?

Hayatlarımızı ardımızda bırakabilmemiz söz konusu değildi. Onlardan kurtulmayı istememize yol açacak kadar bizi etkilemiş şeyler hiçbir zaman kurtulamayacağımız şeylerdi.  Nereye sığınırsak sığınalım, uzak uğultuları ve camlarımızdaki yansımalarıyla peşimizden gelen metro trenleri gibi, kaçmak istediğimiz ne varsa hep varlığını hissettirecekti. Gerek bir biletle, gerekse bir telefon sesiyle...

Masal'ın odadan çıkışı dikkatimi çekti. İçeride gergin bir hava olmalıydı. Konuşmayı keserek Bahar'ın iyi olup olmadığına baktım. Onun da bana baktığını görmek, yakalanmışım gibi hissettirdi. Gerildim. Kulağıma dolan İtalyanca ses beynimi tırmalıyordu. Nedense Bahar'ın bakışları altında daha da rahatsız hissettirmişti. Sonra konuşacağımızı söyleyerek telefonu kapattım ve Bahar'ın yanına girdim. Çekingen bakışını üzerimden çekip televizyona odakladı.

"Pek hayırlı bir telefon konuşması değildi sanırım."

Hislerimi bu kadar dışa yansıtmışken inkar etmenin bir anlamı yoktu. Sıkıntılı bir nefes alıp "Bu günlerde pek hayırlı haberler aldığım söylenemez," dedim. Kaçamak bir bakış atan kızın ilgisini çekebildiğimi hissediyordum. Fakat beni görüp görmediğinden pek emin değildim.

"Yemek konusunu konuştum."

Aklı neredeyse orada takılı kalmıştı ve nedense bu durumdan hoşlanmamış görünüyordu. Düşündüklerini dağıtmayı amaçlayarak "Kısıtlanan bir şey yok. Yani tatlıyı yemekte özgürsün," dedim. "Denemek ister misin?" Cevap vermedi. Dinlememiş bile olabilirdi. Öyle donuk bakıyordu ki beni duyup duymadığını bile sorgulamama neden oluyordu. "Bahar?" Derin bir iç çekişle göğsü inip kalktı. O an az önceki gergin havanın hala ciğerlerinde dolandığını hissettim.

"Masal'la tartıştınız mı?"

Gözleri daha canlı bakmaya başladı. Nihayet ulaşabildiğim kız başını iki yana sallarken "Hayır," dedi. "Yani karşılık verse bir tartışma çıkabilirdi ama o sessiz kalmayı tercih etti." Nedense ses tonunda pişmanlık seziyordum ama konunun Masal için özel olduğunu biliyordum. Bu yüzden daha fazla deşmek istemedim ve asıl önemli konuya geri döndüm.

"Sen nasılsın peki? Zira ömrünün en uzun yürüyüşünü yapmışsın."

Sözlerimin peşi sıra gözleri açılan Bahar, bunu nereden bildiğimi sordu. Fakat bu afallamanın getirdiği bir soruydu. Cevabını kendi de tahmin edebilirdi. "Önemli olan nereden öğrendiğim değil Bahar, senin bunu neden yaptığın." Anında şaşkın ifadesini sildi. İşine karıştığım için ya da yaptığı ortaya çıktığı için sinirlenmiş görünüyordu. Gözlerini tekrar televizyona odaklayarak "Babamı görmem gerekiyordu," dedi. Bunu öyle rahat söyledi ki sanki o kazayı geçiren, saatlerce ameliyatta kalan ve bacağını kaybetme tehlikesi yaşayan bendim.

VELİAHTLAR 2 - BAHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin