Festival

41 1 1
                                    

Emir,

''Andrey, andrey! Hadi uyan, kahvaltıya geç kaldık.''

Daha güneş bile doğmamıştı, zar zorda olsa gözlerini açarak yatakta doğruldu ve esneyerek bir kaç kelime mırıldandı,

''Geç kaldığımıza emin misin? Sanki biraz erken değil mi?'' Emir'in gülmemek için kendini zor tuttuğu her halinden belliydi,

''Ne erkeni, öğlen oldu neredeyse. Şaka şaka! ama çok acıktım hadi gidelim.''

Andrey,
''Bizimkileri uyandırdın mı? onları da alalım.''

Emir,

''Kapıda bekliyorlar, sen kaldın sadece.''

Andrey,

''Tamam siz geçin, üstümü giyinip iki dakikaya geliyorum.''

Büyük salona indiğinde şöminenin etrafında oturan bir kaç üst sınıf öğrenci ve arkadaşları dışında kimseler görünmüyordu. Bir çoğu ya uyanmamış yada hafta sonunu geçirmek üzere şehre inmiş olmalıydı. Adımları bile zar zor atarak masaya vardığı sırada kendini büyük bir planın içinde bulmuştu. Bir yandan hızlı hızlı atıştırırken diğer yandan da şehre inme konusunda tartışıyorlardı.

Kaya,

''Bugün panayır varmış, kahvaltıyı hazırlayan teyze söylerken duydum. Bence bizde kesin gitmeliyiz.''

Burak,

''Biraz riskli değil mi sence? Daha olayın üstünden pek geçtiği söylenemez.''

Emir,

'' Bizi kimse tanımıyor ki, en fazla ne olabilir? Bence de karnavalı kaçırmamalıyız, bir sürü bedava tatlı ve yiyecek olduğunu söylüyorlar.''

Burak,

''Andrey sende gelecek misin?'' Andrey düşünceli bir şekilde kararını vermeye çalıştığı sırada şöminenin yanındaki üst sınıflardan birinin gülerek,

''Gerçekten ön kapıdan öylece çıkabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Kapıdaki nöbetçileri de plana dahil etmişsinizdir umarım.'' Haklıydı, birinci sınıf olan hiç kimsenin gözetimsiz çıkışına izin verilmiyordu. Bütün hayalleri suya düşmüşçesine kafalarını yere eğdiler. Bu sırada Alvin masadan kalkarak yanlarına geldi, Andrey ve Emirin omzuna dokunarak,

''Bir yolu var ama şunu belirtmeliyim ki, bundan başkasına bahsedecek olursanız loncadaki son günümüz olur. Umarım birbirimizi anlamışızdır.'' Herkes onaylarcasına kafa salladı.

Kümes hayvanlarının yanından geçerek kalenin arka tarafında kalan surlara vardılar. Surların etrafı irili ufaklı gedikler ve taş yığıntıları ile kaplıydı, özellikle bir tanesi vardı ki içinden bir insan eğilerek zorlanmadan geçebilirdi. Şehirdeki karnaval ve sayısız eğlence ile aralarına giren tek engel geçişi kapatan demir ve mermer karışımı devasa tekerlekti. Alvin çocukları biraz uzaklaştırdıktan sonra ellerini tekerleğe doğru kaldırdı, bu sırada neredeyse dünyayla bağlantısı kesilmişcesine kaskatı olmuş ve burnundan yavaşca kanlar akıyordu. Tekerlek ne yapacağını bilir gibi hareket etmeye başladı, ilerlerken toprakta oluşturduğu izler sanki buradan daha önce kaç kişinin geçtiğinin bir göstergesi gibiydi.

Alvin burnundan akan kanı gömleğinin koluna sürerek temizledi,

"Hava kararmadan burada olun, geçidi sizin için tekrar açarım." Hepsi gözleriyle teşekkür edercesine kafa salladı, sonrasında biraz yokuş gibi olan kale surlarından inerek şehrin ara sokaklarında gözden kayboldular.

***

Etraf neredeyse adım atılmayacak kadar kalabalıktı, meydanın tam ortasında devasa bir bronz heykel yer alıyordu bu Kral II. Hendrick'ten başkası olamazdı. Gazap elçisi olarakda bilinen babası Kral Alexander'ın ölümü sonrasında ona ait olan heykeli yıktırarak, yerine kendi heykelini yaptırmıştı. Çevresini ise irili ufaklı bir çok satıcı donatmıştı, kimisi bir kaç demet çiçek satma derdinde kimisi de çocukların gözdesi olan oyuncak, elma şekeri ve çikolatalı çörekleri. Andrey, etrafında ailelerine bir şeyler aldırmak için ağlayan, kendilerini yere atan neredeyse aynı yaşta olduğu çocukları gördükçe biraz erken büyüyüp olgunlaştığını farketmişti. Kendini bu iyi birşey miydi diye düşünmekten alıkoyamadı, bu sırada Emir ve diğerleri pamuk şeker almak için yaşlı bir teyze ile pazarlık yapıyordu.

"Lütfen zaten bütün paramız bu kadar, bir tane pamuk şeker nasıl 3 gümüş olur?! bize biraz indirim yapsanız olmaz mı?"

Yaşlı Kadın,

"Olmaz, katiyen olmaz evladım. Ben nasıl para kazanacağım?" Andrey olanları duyduktan sonra Karsgovun her hangi bir acil durumda kullanması için ona verdiği 50 gümüş aklına geldi. Yavaş adımlarla satıcının yanına gittiği sırada, Fringilla'nın pantalonuna diktiği gizli cepten 12 gümüşü çıkartıp hazırlanmıştı bile. Yaşlı kadına gümüşleri uzatıp, arkadaşlarının şaşkınlığı arasında 4 pamuk şeker sipariş verdi. Hepsi ne kadar şaşırsa da bu kısa sürmüştü çünkü hepsi o anda çilek aromalı pamuk şekerin tadını çıkarmanın peşindeydi.

Sıradaki hedefleri, her yere broşürler ile asılmış ve hokkabazlar tarafından sokaklarda duyurusu yapılan 3 başlı aslanın, piton yılanlarının ve ağzından alev fışkıran ateşbazın olduğu sirk gösterisine gitmekti. Hedefleri ne kadar bu olsa da, hayallerini hiç ummadıkları bir şeyin yarıda keseceğini bilemezlerdi.

Sirkin kurulduğu alana gitmeleri için biraz şehrin dış kesimlerinde kalan, bir o kadarda çocukların yalnız başına dolaşması tekinsiz olan ara sokaklardan geçmeleri gerekliydi. Sokaklardan geçerken, uyuşturucu çekip yerde öylece bayılan insanlar, ellerinde şarap ve bira şişeleri ile yollarını bile zor yürüyen insanlar göze çarpıyordu. Bir kaç sokağa hızlıca girip çıkarken yüzleri yavaş yavaş ürpermeye ve korku ile kaplanmaya başlamıştı. Burak korku ile kekeleyerek,

" Geri mi dönsek? Ben biraz korkmaya başladım." Herkes ne diyeceğini bilemez şekilde birbiri gözlerinin içine bakıyordu. Ne kadar cevap veremeselerde, akıllarında bunun en doğrusu olabileceği fikri geçiyordu. Andrey soğuk kanlı olması gerektiğini biliyordu çünkü bir kişi karar verme cesaretini göstermeliydi,

" Geri dönüyoruz. Saat zaten yeterinde geç oldu, kimsenin yokluğumuzu farketmemesi gerek." Herkes onaylarcasına geri döndü ama artık herşey için çok geçti. Yolları neredeyse 40'lı yaşlarında, şişlikten gözlerini bile zar zor açan ve yüzü cinsel yollar ile bulaştığı bilinen frengi hastalığı ile kaplanmış adam tarafından kesilmişti. Sol elinde tuttuğu birasını yudumlarken, hıçkırarak sağ elindeki paslı baltayı bir sağa bir sola sallıyordu.

" Bakın burada kimler varmış? Öhö... öhö! dört yumurcak, sizi buralara yalnız gelmemek konusunda kimse uyarmadı mı? Öhö... Öhö..."

Ne yapacaklarını bilmez şekilde, birbirlerine sokulmaya başlamışlardı. Yanlarına dikkat çekmemek için bir bıçak dahi almamışlardı. Adam yavaş ve ayakta dahi durmakta zorlanır adımlar ile üstlerine gelmeye devam ediyordu,

" Şimdi nasıl bir yanlış karar verdiğinizi öğrenme vaktiniz geldi, sizi küçük sinekler! öhö..." Adımları olabildiğinde hızlanmış ve baltayı orantısız şekilde etrafa savuruyordu. Bir kaç balta hamlesi neredeyse Kaya'yı teğet geçerek kurtulmasını sağladı. Bu sırada Andrey'in gözleri fal taşı gibi açılmış, masmavi gözlerinden neredeyse mavi alev çıkar gibiydi. Etraf onun için bir anlığına sessizliğe büründü, zaman neredeyse durmuş gibiydi. Ellerini havaya kaldırdı ve istemsizce büyülü sözcükleri söylemeye başladı,

" Varseydi if nicceti kav..." Hastalıklı adam bir anda boğulurcasına havada süzülmeye başladı, elindeki her şey büyük bir şangırtı ile yere düştü. Artık tek yapabildiği elleriyle boğazını tutarak, görünmeyen ellerden kurtulmaya çalışmaktı. Yinede bu çabasında başarılı olamadı, görünmez eller hızlı bir hareket ile adamın boynunu kırdı, adam gökten gelen yıldırım eşliğinde yere çakılmıştı. Bir kaç yıldırım daha ölü adamın cesedine düştükten sonra Andrey gözleri kararak yere yığıldı. Bir kaç gün sürecek derin bir uykuya dalmıştı...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 26, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BEYAZ ALEV (Kılıç & Büyü)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin