Ertesi gün köylülerden ilk uyananlar köyün etrafının şövalyeler tarafından çevrilmiş olduğunu gördüler. Eğer şövalyeleri taşıyan atların, üzerlerinde ki ağırlığı taşımaktan rahatsız olduklarını gösteren sağa sola kıpırdama hareketleri olmasa şövalyeler metalden yapılmış heykeller gibi hiç kıpırdamadan oldukları yerde duruyor görüneceklerdi. Şövalyeler uzunca bir süre oldukları yerde öylece beklediler.
Çok geçmeden bütün köy halkı köyü saran şövalyelerden haberdar olmuşlar ve evlerinin önüne çıkmışlardı. Herkes kendi evinin önünde korku dolu gözlerle olacakları düşünüyor olmalıydı. Çocukların büyük bölümü henüz uyanmamıştı. Uyanmış olanlarda sığınabilecekleri en güvenli olduğunu düşündükleri yere yani annelerinin kollarının altına sığınmışlardı. Hiçbir erkeğin elinde her hangi bir savaş aleti de yoktu.
Şövalyelerden bir grup köyün ortasına doğru atlarını sürdüler. Kayis'in evinin önünde durdular. Dört şövalye atından aşağı indi. Yüzlerini başlıklarının muhafazası kapatmıştı bu nedenle yüzleri seçilemiyordu. O demir maskenin altında nasıl yüzler gizli idi. Oldukça iri görünüyorlardı. Önde yürüyenin, şövalyelerin lideri olduğu belli oluyordu. Zırhı diğerlerininkinden daha gösterişli idi. Yanındaki üç şövalyenin de seçkin şövalyeler oldukları yürüyüşlerinden belli oluyordu ve bu şövalyelerin hepsi dün ormanda ölen şövalyelerle aynı tip siyah zırhlar giymişlerdi.
Kapının önüne geldiklerinde liderlerinin işareti ile diğer üç şövalye kapıyı bir hamlede kırarak içeri girdiler. Az sonra aralarında Kayis olduğu halde dışarı çıktılar. Köylülerden sadece Kayis evinden dışarı çıkmamıştı. Köylüler bu olayı şaşkınlıkla izliyorlardı. Akıllarından hiç şövalyelere karşı koymak geçmiyordu, bunu yapacak cesaret ve güçleri de yoktu zaten. Olsaydı bile yeterli silahları da yoktu.
Olaylar Kayis'in evinin önünde olup bittiği için köylülerde çoktan bu evin çevresinde yerlerini almışlardı. Hiç birinin olaya müdahale edemeyeceği de apaçık belliydi. Şövalyeler sanki bu durumu çok önceden biliyormuş gibi Kayis'i çevreleyen dört şövalye dışında yerlerinden hiç kıpırdamamışlardı.
Kayis şövalyelerin arasında öyle çaresizce dururken, artık 22 yaşında olan Erta yumruklarını sıkıyordu, ama o da tek başına bu kadar şövalyeye karşı koyamazdı ki. Erta bu çaresiz durumuna çok kızdı. Kızgınlığı yüzüne vuruyordu, kaşları çatılmıştı, çenesi titrerken alnından süzülen bir damla ter burnunun ucuna düştü ve burnunun ucundan kayarak toprakla buluştu. Erta çevresindeki sessizlikten burnundan toprağa düşen bu ter damlasının sesini rahatlıkla duyabilmişti. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Elleri ile gözünün önüne doğru gelmiş olan saçını geriye doğru attı. Simsiyah olan saçı omzuna dökülürken yüzü de iyice ortaya çıkmıştı. Buğday rengi olan teni saçları ile o kadar uyumlu görünürken bir haftalık kadar olan sakal ve bıyığı da onun bir erkek güzeli olduğunu tasdik eder gibiydi. 1,80 m boyunda idi. Çokta kaslı görünmeyen vücuduna rağmen duruşundan çok kuvvetli bir genç olduğu belli oluyordu.
Şövalyeler, Kayis'i liderlerinin önüne getirdiklerinde, Kayis'in yüzünde hiç korku ya da endişe yoktu sadece bir sıkıntısı olduğu göze çarpıyordu. Gözleri ile kalabalığı süzdü. Erta'yı orada görünce rahatladı ve sıkıntılı hali birden kayboldu. Erta bu duruma o an bir anlam veremedi.
Şövalyelerin lideri:"Çocuk nerede?" diye bir soru yöneltti Kayis'e. Adamın sesi oldukça gürdü. Bu sorunun cevabını en kısa sürede ve net olarak almak istediği belli oluyordu.
"Ne çocuğu?"
"Benimle oyun oynama. On iki yıl kadar önce bu köye geldiği söylenen çocuk."
"O çocuk mu? O çocuk yıllar önce öldü."
"Ne demek öldü? Bunca yolu biz ölmüş bir çocuk için mi geldik?"
"Benimle gelin o zaman size göstereyim." diyerek köyün mezarlığını gösterdi Kayis.
Köylüler Kayis ile şövalyenin konuşmasını hayretle dinlediler. O çocuk diye bahsedilen Yera olmalı idi. Evet, o köye on iki yıl önce bir kış günü hala nasıl olduğu bilinmeden gelmişti. Ama ölmemişti ve dün akşam Umut Ormanı'na kaçarak kaybolan çocuk ondan başkası değildi. Peki, ama Kayis niçin Yera'nın öldüğünü söylemişti. Mutlaka bir bildiği olmalı idi. Herkes tedirgin bir halde olacakları merak ediyordu.
Şövalyelerin lideri, Kayis'in bu son söylediğinin ne anlama geldiği öğrenmek ister gibi yol verdi. Kayis arkasında dört şövalye olduğu halde yavaş adımlarla mezarlığa doğru yürüdü. Mezarlık köyün biraz dışındaydı. Kayis ve arkasından gelen şövalyeler mezarlığa doğru yürürken köylülerde onları elli adım kadar bir mesafeden takip ediyorlardı. Şövalyelerin kendilerine ne kadar güvendikleri bir kez olsun kendilerini takip eden köylülere dönüp bakmamalarından belli oluyordu. Gerçi böyle bir saldırı olmuş olsa köyün çevresindeki diğer şövalyeler bu köyden bir tek kişinin sağ çıkmasına izin vermezdi her halde.
Bu esnada köyün etrafını sarmış olan ve hareketsiz duran şövalyelerdenbiri atının gemini hafifçe sallayarak atına hareket etmesini istediğinibelirtmek için "deh" dedi. At sahibinin ne demek istediğini anlamış olacak ki sağtarafına doğru birkaç adım attı ve durdu. Şövalye yanına yaklaştığı diğer şövalyeninduyabileceği bir ses tonu ile; "Elli arkadaşımızı bunlar mı öldürmüşler?" dedi.Arkadaşının bu sorusuna diğer şövalye hiç bir cevap vermeyerek bütün dikkatiile çevresini kolaçan etmeye devam etti. Demek ki bir şeylerden tedirginoluyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEKLERİN OĞLU YERA; GİZEM KALESİ
FantasyMELEKLERİN OĞLU YERA GİZEM KALESİ Yazan: Arkın KURT Yaşayan insanlara hükmetmeye çalışan Kara Şövalyeye ve onun güçlü ordusuna karşı amansız bir mücadele içine giren Adra, Yera, Erta ve beş seçilmiş savaşçının zamanın bir yerinde verdikleri mücadele...