365 37 97
                                    

"dediğim gibi eğer bir aksilik çıkmazsa önümüzdeki hafta ameliyatı gerçekleştirebiliriz." doktor beyin söyledikleri ile dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken elimi yanımda oturduğunu tahmin ettiğim sevgilime doğru uzattım. beni çok bekletmeyip parmaklarını parmaklarıma kenetleyince sanki bütün duyguları bu yolla benim ruhuma işlenmiş gibiydi.

birkaç saniye sonra aklıma takılan bir soruyla dudaklarımı ısırdım. "peki ameliyatın başarısız olma gibi durum var mı?"

"güzelim," dedi elimi hafifçe sıkarak. "kötüleri konuşmayacaktık hani."

ayağımla oturduğum yerde ufak daireler çizdim. "ama her ihtimali göz önünde bulundurmaya çalışıyorum."

"beyefendi çok haklı," doktor bey yeniden konuştuğunda tam olarak nerede olduğunu bilmediğim için başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. "kötüleri çağırmayalım, iyi düşünürsek iyi olur."

"tamam o zaman." dedim şen şakrak bir ses tonuyla. ardından doktora teşekkür edip el ele odadan çıktık. bir an olsun bırakmadığı elimle beni yönlendirip tahminimce dışarı çıkan kapıya doğru yürürken ikimiz de sessizdik.

ona baktım. "ben güzel miyim?" içimdeki konuşma ve mutluluğumu paylaşma isteğim artıyor, sürekli sorular soruyordum. çok sabırsızdım. "saçlarım ne renk mesela? yanaklarım dolgun mu yoksa zayıf mı?" derken yüzüme vuran rüzgarla bahçede olduğumuzu anladım. "yüz hatlarım nasıl? gamzem var mı?"

işaret parmağını dudaklarıma bastırıp beni susturduğunda kaşlarımı kaldırdım. durmuştuk. boştaki eli diğer elimi kavradı ve yanağını yanağıma sürttü. ön taraftan gelen soğuk hava kısa saçlarımı geriye doğru savuruyor, boynumu tüm serinliğiyle ürpertiyordu. "bana göre sen hep güzelsin bebeğim." yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. "o yüzden kendini toplumun güzellik algısına göre yargılama. çünkü sen sadece benim güzellik algıma uyuyorsun. çok güzelsin."

kıkırdayıp elimi yüzüne yaslamaya çalıştım. ne yapmak istediğimi anlamış olacak ki yanağını elime yasladı. parmaklarım batan belli belirsiz sakalları avuç içimi huylandırsa da bu hoşuma gittiği için elimi çekmedim. o nasıl görünüyordu? saçları nasıldı? zayıf mıydı kilolu muydu?

bildiğim tek şey benden uzun olduğuydu. onu da aniden sarıldığım bir zaman, yüzümün göğüs kafesine denk gelmesinden anlamıştım. kulağımın altında çırpınan kalbinin sesi duyduğum en güzel melodiydi.

avuç içime dudaklarını bastırıp bir süre öylece durdu. yanağımı okşayan eli arada elmacık kemiklerime kayıyordu. içim içime sığmıyor, sürekli ona sarılasım geliyordu fakat etrafımızın ne kadar kalabalık olduğunu bilmediğim için uslu uslu duruyordum.

sonunda görebilecektim!

renkleri, tabloları, dışardaki ağaçları, kaldırım taşlarının arasında yetişen çiçekleri, denizi, toprağı, gökyüzünü, bulutları... en önemlisi onu.

onun dış görünüşüyla ilgilenmiyordum çünkü benim ruhumu seven bir adamın dış görünüşüne odaklanmak nankörlük olurdu. isterse dünyanın en çirkin insanı olabilirdi. sonuçta ruhu güzeldi, yetmez miydi?

ayrıldığımızda tekrar büyük elleriyle onunkilerin yanında küçük kalan ellerimi kavradı ve yürümeye başladık.

"dikkat et güzelim," dediğinde cümlesinin devamını dikkatle dinledim. "yürüyen merdivene bineceğiz şimdi."

ayağımı öne doğru uzatıp tırtıklı zeminin varlığını hissetmeye çalıştım. gidip gelen merdivenlere bir kaza çıkmadan binebilince başımı onun omzuna yasladım. iç çekip saçlarımın arasına öpücük bıraktı.

ruh-u revan | tek bölümlük ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin