3. Bölüm

10 0 0
                                    


        Olanlardan sonra, kayıt gününden sonra, aradan neredeyse bir ay geçmişti. Bu bir ayda o çocuğu, bir daha hiç görmedim. Hatta aklıma bile gelmedi. Sadece geceleri uyumadan önce, bazen gözlerini hatırlıyordum. Ve tabii ki o muazzam gülüşü. Ama sonra, hemen kendime geliyor ve beynimi saçma sapan fikirlerden arındırıyordum. Ben Melek'tim. Sıradan bir kız değildim. Tanıdığım tüm kızlardan daha güçlüydüm. Hatta yaşıtım olan erkeklerden de. Hiçbir şey umurumda değildi. Ve hiç kimse!

     Bugün beşinci sınıfa başlayacaktım. Neyse ki okula saat 11.30'da gidiyordum. Sabahları erken kalkmayı sevdiğim için okula erken gitmek benim için sorun değildi ama günün ilk ışıklarıyla uyanmak ve spor yapmak en sevdiğim alışkanlığımdı. Bu yüzden öğleden sonra okula gitmek benim için daha avantajlıydı.

     Yine erkenden uyandım ve ilk işim; elimi yüzümü yıkamak oldu. Soğuk su beni kendime getirince doğruca odama koştum. Ama bir yandan da sessiz olmalıydım. Sonuçta anne ve babamı uyandırmak istemezdim. Zaten babam bir-iki saat sonra uyanacak ve hastaneye gidecekti.

     Babam, Ali Özdemir. Tıpkı kendi babası gibi bir doktordu. Aslında aile geçmişimize bakınca doktorluk ailemiz için babadan oğula geçen bir meslek gibiydi. Hepsinin okul başarıları dillere destandı. Başka ailelerin evlerinde fotoğraflar olurken benim dedemlerin evi diploma ve başarı belgeleriyle doluydu. Şimdi de aynı şeyi ve hatta daha fazlasını babam yapmaya çalışıyordu. Dedemin aksine o bir psikologdu. Yine de en az dedem kadar başarılı olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Hatta bence boynuz kulağı geçmişti. Belki de bu yüzden babacığım benim de doktor olmamı istiyordu. Bu konuda baskı yapmasa da aile geleneğini devam ettirmek istiyordu ve benim doktor olmam gerektiğini düşünen birçok kişiden biri de babamdı. Benden sonra da benim çocuğum doktor olacaktı ve insanların bu konuda dedikodu yapmasına sebep olacak kadar, bu mesleği nesilden nesle aktarmaya devam edecektik -en azından ailemdeki herkes bunu istiyordu-

     Annemse bana her zaman, hayallerimin peşinden gitmem gerektiğini söylüyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı. Eğer annem babamla aynı hastanede çalışıyor olmasa hiç tanışmayacaklardı. Bu yüzden içten içe annemin de benim doktor olmamı istediğini biliyordum. Her ne kadar bunu dile getirmese de. Zaten annem ve babamın nasıl anlaşabildiklerini de anlayamıyorum. Annem Nergis; asla hislerini belli etmeyen biriyken babam, çok duygusaldı. Nasıl tanıştıklarını defalarca kez dinlememe rağmen bir şekilde onların evliliği bana mantık dışı geliyordu. Bunu babama söylediğimde ise beni çok şaşırtan bir cevap verdi. "Aşkta mantık aranmaz." Bu çok klişe lafı babamdan duymak da apayrı bir şeydi. O kadar diploması olan, başarıdan başarıya koşan biri, üstelik de bir psikolog, nasıl bunları söylerdi? Bu sorunun cevabını kendi kendime bulmuştum. "Zaten duygusal biri ve psikolog olmasının sebebi de bu duyguları. " Üstelik bana göre babam elinde olsa hiç kafasını kullanmaz. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. O tamamen duygulardan oluşmuş bir kişi. Dikkatle bakıldığı zaman her kararının arkasında hatta söylediği her sözde bile bir duygusallık var. Ve çok dikkatli bir şekilde incelenirse babamın bakışlarından bile duygu akıyor. Konunun nasıl bu kadar dağıldığını anlayamasam da kendi kendime düşünürken olaylar yine bambaşka yerlere gelmişti. Her zamanki gibi.

     Annemi ve babamı bir kenara bırakıp düşüncelerden sıyrıldım ve spor için aldığım siyah taytımı giydim. Zaten spor yaptığım saatler dışında asla tayt giymeyen biriydim. Üzerime de mevsimlik bir sweat giydim. Elimde olsa dört mevsim sweatshirt giyebilecek biriydim ama mevsim koşulları buna pek uygun değildi.

     Siyah tayt, siyah sweat ve elbette ki siyah spor ayakkabımla koşmak için tamamen hazırdım. Yanıma sadece termosumu alıp evden çıkmak istiyordum fakat kahve yapmayı unutmuştum. "O kadar düşünürsen zaten unutursun "diyerek kendime kızdım ve hızlı adımlarla mutfağa gittim. Bir yandan da kulaklığımda en sevdiğim şarkı çalıyordu. Bu aralar garip bir şekilde İspanyol şarkılarına merak salmıştım. Belki de bunun bir sebebi de babamın arkadaşı Agustina'ydı. İsminin hakkını verecek kadar görkemli bir kadındı Agustina. Ayrıca sesi o kadar güzeldi ki, sadece sesini duymak için arada bir onu telefonla aradığımı itiraf etmeliyim. Gerçekten büyüleyici bir sesi vardı Agustina'nın.

     Yaz tatilinde evimize gelip de bize şarkı söylediği o günden beri sürekli İspanyol şarkıları dinliyorum. Agustina, eğer ki istersem bana İspanyolca öğretebileceğini söyledi ve bu konuda gerçekten istekliydim. Böylece İspanyolca derslerim başlamış oldu. Fakat şimdi, okul açıldığı için sadece akşamları ders alacaktım ve bunun için üzüldüğümü kabul etmeliyim. Yine de hafta sonunun büyük bir kısmını evde, İspanyolca öğrenmeye ayıracaktım. Annemin de dediği gibi "Bir dil bir insan" Ben, bu yeni dille birlikte 4 insan olacaktım. İleri seviye Türkçe ve İngilizce dışında neredeyse bir Alman vatandaşı kadar Almanca biliyordum. Bunun dışında derdimi anlatacak kadar Fransızca biliyorum. Ama tamamen bilmediğim bir dil için "Bir dil bir insan" sözü geçersiz olurdu. Fakat bu gidişle İspanyolcayı ana dilim kadar iyi öğrenecektim. Sonuçta bu konuda oldukça istekliydim.

     Bunları düşünürken kahvem pişti ve kulağımda kulaklık, en sevdiğim şarkı eşliğinde spora başladım. Bir saat kesintisiz koşudan sonra yolda kahvemi içmeye başladım. Neredeyse kahvenin yarısını içmiştim ki içimi bir ürperti kapladı. Hani bazen sanki takip ediliyormuşsunuz hissene kapılırsınız ya, aynen öyle. Sakin bir şekilde kulaklığı çıkardım ve bir banka oturdum. Oturduğumuz site oldukça büyük olduğu için spor yapmak istediğim zaman, parka gitmeme gerek yoktu. Genelde bu saatlerde uyanık olan tek kişi ben olduğum için de rahatça saatlerce koşar, sonra da eve gelirdim. Oysa bugün, bir tuhaflık vardı. Biri sanki peşimdeymiş gibi hissediyordum. Arkamı döndüm ve o an beynimden vurulmuşa döndüm. 

Kara MelekWhere stories live. Discover now