Arus Diyarı, Ateş Lordu ve Pus Krallığı
Bir ses yankılandı bilinmeyenden ve bir yüz belirdi sessiziğin içinden. Kimse onun kim olduğunu bilmiyordu taki 'ben Ateş Lorduyum' diyene kadar...
Mu anakarasından çok uzakta bir yer vardır, o kadar uzak ki oraya gitmek için aylarca gemi ile seyahat etmeliydiniz. Bu yüzden oraya uzak toprak anlamına gelen Arus diyorlardı. Diğer bir deyişle İtbarakların diyarı. Efsaneye göre Tanrı Kayra Han bir gün bir kandan olana bir görev vermiş ama o kandan olan henüz görevini bitirmeden geri dönmüş. Han onun bu tutumundan dolayı sinirlenmiş ve ailesiyle birlikte bu diyara sürmüştü. Birde yarısını köpek yarısını insana çevirmişti. İşte onun soyundan gelenlere İtbarak diyorlardı. Başları, elleri ve ayakları birer köpeğinkine benzesede gövdeleri insan gövdesiydi. Orada çoğaldılar ve geliştiler. Topraklarında çok uzak olmasından dolayı kimseyle iletişime geçmeden kendi krallıklarını kurdular ve şimdi ise kocaman bir nüfusa sahiptiler.
Onlar için bulundukları yer her ne kadar uçmağ gibi olsada aktif olarak yedi yanardağa sahip bir yerdi. Bu yanardağlar bilinenden beri aktifti ve zaman zaman patlarlardı ama o gece bir ilk yaşanmıştı. Tüm İtbaraklar resmen yok oluş gününü yaşadıklarını sandılar ve hayretler içerisinde denize koştular. Gördükleri onları öylesine dehşete düşürmüştü ki yaşlıların kalpleri bunları görmeye dayanamadı ve gençler tüm enerjilerine rağmen çaresizliklerini iliklerine kadar hissetmişlerdi. Anneler çocuklarını beşikte bırakıp kaçtı, babalar evlatlarını unutup sığınacak yer aradı ve kimisi kimisinin üzerinden atlayarak suyu görmek istedi. Dehşet veren anlar günlerce sürdü. Kaçanlar gemilere sığınıp diyardan epey uzaklaştılar ve yedi yanardağın beraber yanmasına şahit oldular.
Gökyüzüne uzanan toz bulutlarına karışan kızıl ışıklar ve yıldırımlar herkeste acizlik duygusunu yeşertmişti. Kendi diyarları yanıyordu ve ilk defa yedisi birden yapıyordu bunu. Tanrılara ve Tanrıçalara dua etselerde olan buydu ve şimdi diyar tamamen lavlarla kaplanmıştı. Hepsi hayretler içindeydi ve korku tüm benliklerini sardığında kimisi ağlamaya kimisi ise dizleri üzerine çöküp yok olan yuvalarına hüzünle bakıyordu.
Ama bir şey olmuştu. Tüm bunlar diyarı yerle bir ederken günler sonra biri belirdi. Başta yanıldıklarını sandılar ama hayır, herkes görüyordu onu. Lavların üzerinde yürüyen ve hiçbir acı hissetmeyen biriydi bu. İnanmadılar ve korktular çünkü inanmasalarda zihinlerine dolan düşünceler onları korkuya sürüklüyordu.
'Gidelim' dedi birisi ama yapmadılar. Yapmalılar mıydı? İşte bunu kimse bilmiyordu.
O kişi kıyıda bekliyordu. Kendisini hiç bozmadan, öylece duruyordu. Sonra biri bağırdı, 'Bir kadına benziyor, uzun ve kızıl saçları var!' İyiden iyiye korktular zira artık inanmadıkları şey gerçeklikleri olmuştu.
Liderleri, 'Gidelim' dedi, 'Gidelim de bir görelim'
Onu dinlediler ve kıyıya yanaşmaya başladılar. Yaklaştıkça gördüler; kan kırmızısı renginde zırhı, kızıl rengindeki uzun saçları, bembeyaz teni ve sırtında siyah metal yayı ile duran kadını seçtiler.
'Bu o' dedi liderin eşi ve gözlerini ondan ayıramıyordu, tıpkı herkes gibi.
'Bu o' diyerek eşini onayladı lider.
Gemiler artık iyice kıyıya yanaştığında kadının olduğu yerdeki lavlar sönmüş ve sertleşmişti artık bir kayadan farkı yoktu. Liderin gemisi kıyıya yanaştı ve bir kaç adamıyla birlikte diyara adım attığında kadının karşısına dikildiler. Bu gerçektende oydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasiTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...