Bölüm 12: Teslimiyet

206 30 1
                                    


Ben Naralı Geray, önce annesini sonra ülkesiyle birlikte babasını kaybeden. O beyaz giysili ay yüzlü kadın ülkemin yıkıldığını söylediğinde inanmamıştım ama günlerdir çıktığım bu yolculukta gördüklerim bunu kanıtlıyordu. Herkes ve her şey sinmiş. Canlılara ait bir yaşam belirtisi yok denecek kadar azdı. Soğuk hava ve gittikçe yayılan hastalıklar yüzünden kimse kimsenin yüzüne bile bakmıyordu. İnsanlar insanlardan uzaklaşmış hatta birer öcü gibi bakıyorlardı birbirlerine. Kimisi aklını kaçırmış vaziyette, kimisi olanlar umurunda değilmiş gibi sarhoşça geziyordu, aslında yaşanılanlar yüzünden sarhoşluğa başvuruyorlardı... günlerce bir başıma kaldığım her an için ağladım ama sonunda bunun bana fayda sağlamadığını anladım. Tanrılar her şeyimi elimden aldı ve beni bir başıma bu cehennemde bıraktılar. Günlerce ettiğim dualarıma bile cevap vermiyorlardı sanki onlar da kendi köşelerine çekilmiş olanlara müdahale etmemek üzere anlaşmışlardı. Kim bilir belki. 

Açlığın sınırlarına ulaştığımda şehirlerde benim için bir şey olmadığını anladım ve ormanda yaşamaya karar verdim ki bugüne kadar gördüğüm hiçbir şehir yaşanılabilir değildi; her yer yıkık ve dökük, sağlam bir ev görmek neredeyse imkânsız. Hoş yeryüzünde canlılar da öyle ya. Şimdi buradayım, bir nehir kenarı benim yeni evim ve tek ev arkadaşım artık ölümün eşiğinde. Günlerdir ikimizde yemek yiyemedik sadece arada bulabildiğimiz ağaç yapraklarıyla buraya kadar gelebildik ama o son nefeslerini vermek üzereydi. Linda, babamın bana hediye ettiği atım. Bir o kalmıştı ailemden ve şimdi soluk gözleriyle bakıyordu bana, 'beni kurtar' dercesine bakıyordu. Yere uzanmış başını dizime yerleştirmiştim ve sancısız bir ölüm için onunla güzel günlerimizi yad ediyordum. Ne tuhaf ki arada sanki dediklerimi anlıyormuşçasına gülümsüyor bazen de duygulanırcasına göz yaşı döküyordu. Onu çok seviyordum ama şimdi yollarımız ayrılıyordu, ''üzülme böyle giderse birkaç gün sonra bende yanında olurum'' işte yine bir göz yaşı daha ve duran nefes alışverişi. Son dostumu da kaybetmiştim, son ailemi de kaybetmiştim. Linda ölmüştü ve içim kan ağlıyordu.

 Kaybettiğim ne de çok şey olmuştu böyle. 

Ellerimle göz kapaklarını kapattığımda tükendiklerini düşündüğüm göz yaşlarım yanaklarımı ısıtmıştı. ''görüşmek üzere dostum, yoldaşım.'' Başını yavaşça kaldırıp ayaklarımı altından çıkardım ve yavaşça yere koyduğumda soğuk rüzgârı ensemde hissetmiştim. Evet günlerdir soğuk hava mevcuttu ama hiç bu kadar soğuk rüzgâr görmemiştim. Linda'nın cenazesine saygısızlık etmek istemediğim için yanından ayrılmadım ve bir yuğ töreni için hazırlık yapmak istedim. Ayağa kalktığımda dengemi kaybettim ve düşecek gibi oldum zira bende de güç denen şey tükenmişti ve şu an son enerjimi kullanıyor olabilirdi. Dengemi sağlayıp zar zor ayağa kalktığımda bir hırıltı sesi işitti kulaklarım, neyden geldiği açıktı ama nereden geldiği muammaydı. Etrafıma bakınsam da vahşi bir canlı göremedim. Bunlar leş yiyiciler olabilirlerdi zira birkaç gün önce peşimize takıldıklarını anlamıştım ama hiç saldırıya geçmemişlerdi. Sanırım en zayıf anımızı bekliyorlardı ki o an gelmişti. Birkaç kez daha duyduğum hışırtıdan sonra kalan enerjimle yüksek sesle bağırdım, ''inanın bana size karşı koyacak gücüm yok. Gelin ve buna bir son verin.'' Ben bitmiştim ve teslim oluyordum. Dizlerimin üstüne çöküp bekledim Aldacı Han'ı ama kim bilir belki o da diğer tanrılar gibi bir kenara sinmiş ve ruhumu almaya gelmeyecekti. Olsun en azından bu durumdan kurtulurdum. Başım önümde saçlarım kirli ve önüme düşmüş bir şekildeyken bir çift pençe ilişti gözüme, ''nihayet'' dedim, ''ölümüm asil bir canlının elinden olacak.'' O bir kurttu ve gri renkli kürküyle gerçekten de çok asil duruyordu. Tamamen başımı kaldırıp onunla göz göze geldiğimde hiçte saldıracak gibi durmuyordu. Çok sakindi ve şefkatle bakıyordu bana. Hayır o bana acıyordu. ''bana acıyor musun?'' sarhoş edasıyla gülümsemeye başladım ve artık olacaklar umurumda değildi, ''bana acımayı bırak ve şu sefaletten kurtar. Artık yeryüzünde yaşamak istemiyorum,'' bana hâlâ o şekilde bakıyordu ve hiçbir şey yapmıyordu sadece bakıp duruyordu, ''lütfen bakmayı kes ve öldür beni.''

''o seni öldürmeye gelmedi'' diye olağan üstü dolgunlukta bir adamın sesini işittiğimde Aldacı Han sanmıştım çünkü bazı şamaların onun sesinin insanın içini titrettiğini söylemişti ve kesinlikle o ses bu ses olmalıydı. Ama değildi zira elinde asasıyla kurdun arkasından beliren maviler içindeki ak sakallı yaşlı bir adamdan geliyordu bu ses, ''sen de kimsin?''

''ben Kayra Han'ın gözüyüm ve bu da'' kurdu işaret ederek önüne geçti, ''benim yoldaşım'' adamın yüzündeki şefkat ve merhamet içimi nedense çok rahatsız ediyordu.

''şaman mısın?'' böyle bir zamanda bu kadar temiz ve gücü yerinde biri anca bir şaman olmalıydı.

''evet, ben bir şamanım ama sen kimsin?''

''bana gelen sizsiniz ve bu durumda kim olduğumun ne önemi olabilir?''

''ben birini arıyorum. Naralı ve kimsesiz.'' Gülümsedim hatta kahkaha attım. Bu adam benimle dalga mı geçiyordu? Şamanlar her şeyi bilirlerdi, sadece bir saniye bile size bakmaları bile tüm ailenizi öğrenmelerine yetebilirdi.

''bir şaman aradığını bulur... değil mi?''

''öyle...'' durdu ve yanıma yaklaştı ellerini başımın üzerine koyup bilmediğim dilde birkaç kelime söylediğinde kendimde son derece büyük bir enerji hissettim ve bir deri bir kemik kalmış bedenimin giderek eski haline geldiğini gözlerimle gördüm.

''bir şaman aradığını bulur elbet ama benim merak ettiğim Naralı Geray, sen ne arıyorsun?'' 'belamı' demek istedim ama ortam son derece ciddiydi ve karşımdaki şakaya bile alınmayacak bir şamandı, ''yazgımı yani ölümümü'' dediğim anda ellerini başımdan çekti ve birkaç adım geriye çekildi. Beni süzdüğüne emindim ama aynı şekilde ben de kendimi süzüyordum zira artık eski gücümde ve enerjimdeydim, sapa sağlam ve çok enerjik.

''ölüm şimdilik sana uğramayacak Naralı. Gökyüzü yeni bir düzenin peşinde ve senden yardım istiyor?'' işte bu tam bir saçmalıktı, tapındığım ve yardım dilendiğim tanrılar benden yardım mı istiyordu?

''ne yani yüceler yücesi olan tanrılarımız bana mı muhtaç? Söylese ne böyle tanrılara neden ihtiyacım olsun ki?''

''tanrılar senden de benden de güçlüler ama bu sefer yeryüzündeki düzensizlik için başka planları var. Eğer tanrı olarak işin içine girerlerse yeryüzünde taş üstünde taş beden üstünde baş kalmayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu yüzden yeni düzeni bir insanın elinden getirecekler.''

''kehanet'' diyebildim sadece. Annem ve Kraliçe Aba bundan çok bahsederlerdi. Bir hakan doğacak ve sekiz lorduyla yeryüzünde yeniden bir düzeni sağlayacak ama bunun benimle ne alakası vardı? yoksa o hakan ben miydim?

''evet kehanet. Gelecek olan Hakana yardım etmelisin'' işte ikinci sorumun cevabı, ben değilmişim, ''onun için tepegözlerin yüzüğünü alıp Şahmerana sunmalısın ve Marobisin kitabını alıp Hakana vermelisin''

''iyi de o hakan nerede ve ne yapıyor?''

''o Hakan şimdi kendi yazgısıyla meşgul ve kısa süre sonra bir araya geleceksiniz. Onun ordusunda sana ihtiyaç var.'' işte bu sözlerden sonra her şey buğulaştı ve gözlerim kararırcasına yana doğru savruldum, bayıldım...

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin