Mağara duvarına yansıyan ateş önce dikkatimi çekti ardından tüm bedenimin acı içerisinde olması beni kendime getirmişti. Yattığım yere birkaç yaprak ve kumaş vardı ki biri hızla yanıma gelip kalkmamam yönünde beni uyarıyordu. Bir kızdı, onu tanımıyordum ve üstelik ben buraya nasıl geldim? Burası da neresiydi?
''sakin ol koca oğlan, yeni yeni iyileşmeye başladın. Aniden kalkamazsın'' kızın narin sesi kulaklarımda melodilere sebep olurken yeni yeni algıladığım yüzü sanki daha önce görmüşüm gibi bir algı yaratsa da onu hiç görmemiştim zira böyle güzel bir yüzü her ne olursa olsun insan unutamazdı hele bir de kızıl saçları onlar asla akıldan çıkmazdı.
''ne oldu bana?''
''uzun hikâye, hatta çok uzun bir hikâye. Çok şanslı biri olmalısın ki tanrılar seni seviyormuş, beni karşına çıkardılar.''
''ne saçmalıyorsun sen, hem sen kimsin?'' her ne kadar diretse de ve başımın ağrısıyla birlikte bedenimdeki sızılara rağmen doğruldum ve sırtımı buz gibi mağaranın duvarına yasladım. Kız benim inadımla başa çıkamayacağını anladığında yaktığı ateşin başına geçerek pişirdiği kaptaki yemeği başka küçük bir kaba aktararak yanıma tekrar geldi ve bana uzattı, ''Sarı Mara ağacı yaprağından yaptım, içindeki yaralar için.'' Diretmedim ve boğazımın kuruluğunun da tetiklemesiyle elinden ahşap kabı alarak içmeye başladım. Tadı neredeyse zehir gibiydi ve midemi bulandırmıştı ama içmiştim zira şu an benimle dalga geçmek için bekleyen kızın diline düşmek istemiyordum.
(Prenses Akel)
''neler olduğunu anlatacak mısın?'' kabı ona geri uzattım ve dışarıdaki karanlığı seçmiştim ama kız daha çok ilgimi çekiyordu, yanaklarındaki çiller apayrı bir hava katıyordu ona. Kabı aldı ve yanına koyarak derin bir nefes alıp bıraktı, ''nereden başlasam bilemedim''
''her şeyi bilmek istiyorum''
''seni bulduğumda bir dere kenarındaydın. Bir at vardı ve ölüydü ama sen yaşıyordun. Baygın olduğunu biliyordum ve seni uyandırmak için elimden ne geldiyse yapmaya çalıştım ama nafile. Bir ara gözlerini açtın ve bir şeyler sayıklasan da hiçbir şey anlamadım. Seni alıp daha güvenli bir yere götürmeye karar verdim, en azından kendine gelene kadar sana bakabilirdim ama öyle olmadı,'' gözleri ikimizin arasındaki boşlukta asılı kalmıştı ve öylece devam etti, ''günlerdir kendinde değilsin, hiç uyanmadın ve acıların hiç dinmedi. Bazen sanki biri sırtından bir kılıç geçiriyormuş gibi göğsün havaya kalkıyordu ve çığlık atıyordun, toprağı suya doyuracak kadar terledin. Sana ne olduğunu hiç anlamadım, belki bir büyüdür veya bir hastalık. Bildiğim tüm ilaçları üzerinde denedim ve bu Sarı Mara ağacının yaprağından yaptığım suyu içtiğinden beri kendine gelmeye başladın.'' Tüm anlattıkları gerçek değilmiş gibiydi ve sanki o uyduruyordu ama neden böyle yapsın ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasyTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...