Karanlık ve soğuğun hüküm sürdüğü yeryüzü gittikçe soluyordu. Güneş görmeyen canlılar yenilenmiyor ve yeşermiyordu. Her canlı buz kesmiş tenleriyle kalmış durumdalardı. Günlerdir ben, Akel ve Ena tek atla ilerliyorduk. Her yer aynı, soğuk, soluk ve karanlık. Kimseyle yüzgöz olmamak için direttik, elimizden geldiğince yanımızda işimize yarar aletler aldık, tepegözlerin bize neler yapacağı açıktı ama mücadele edeceğimizi çok iyi biliyordum. Akel tam bir ok ve yay ustası çıkmıştı, Ena üstün zekâsı ve bilgisiyle bize çok yardımcı olmuştu. Yol boyunca beni kölesi olarak kullanmasını göz ardı edersek bizimle gelmesi çok işimize yaramıştı. Bazen beni o kadar sinirlendiriyordu ki Akel'in, birinden çaldığı yayla onu boğmak istiyordum ama bazen o kadar iyi davranıyordu ki sarılıp içimdeki anne özlemini gidermek istiyordum.
Ne kadar mesafe gittiğimiz hakkında hiçbir fikrimin kalmadığı kadar ilerlediğimizde nihayet denizi görmüştük. Solmaya yüz tutmuş ormanın içinden çıkıp baya yüksek bir uçurumun eşiğine yanaştık. Üçümüz de denizi ve dalgaların sesini işittiğimizde gözlerimizi kapatarak huzurla nefes alıp verdik.
''kıyıyı takip edip ilerlememiz gerekiyor, karşımıza Sur şehri çıkana kadar,'' gözlerimizi açıp denizi seyrederken dediklerini yeni algılamıştım. Günlerdir süren orman serüveninden sonra şimdi de deniz serüveni başlayacaktı, ''orada bir şaman bulup bize gemi konusunda yardım etmesini istememiz gerek.''
''seninle buraya kadar anlaştık. Bundan sonrası senin için yok''
''ayrıca,'' diye tüm dikkatleri üzerine çekti Akel, ''Sur şehri direkt Marobis Hakanlığına bağlı ve yeryüzünün her yeri gibi burası da Akmanın elinde. Şehir ticaret gemileri için en önemli yer ve Akman burayı askerle doldurmuştur. Söyleyin nasıl olur da buraya gireceğiz?'' kendimce yollar bulmaya koyulmuştum ki Ena denizi izlerken sırıtıp duruyordu, belli ki bildiği şeyler vardı. Umarım tekrardan kölelik mevzusunu ortaya atmaz.
''sırıtıp durma da nasıl gireceğimizi ve şamanı nereden bulacağımızı söyle,'' tam bana dönüp şart koşmaya niyetleneceği sırada sağ elimi havaya kaldırıp avucumu açabildiğim kadar açtım, ''yeter! Köle olmak yok, anlaşma bitti ve yeni bir anlaşma için zemin yok.'' Bunları duyduğunda yüzü düştü ve tek bir söz söylemeden atına binerek dizginleri eline alıp gitmeye koyuldu.
''şaka mı yapıyorsun? Buraya kadar getirdin bari sonunu getir!'' Akel'in bu haklı isyanı bile onu yola getirmeyecekti, ''şartım belli. Kölem olmaya devam ettiği müddetçe size yardım ederim.''
''Tanrılar aşkına bu kölelik takıntın nedir senin?'' belli ki bu kadının sorunları vardı ve benim köle olmam yönünde acayip bir isteği vardı. Akel kendi başına onu ikna etmeye çalışsa da ikna olmuyordu. Ben ise düşünüyordum, içimden bir ses bu kadının bir şeyler planladığını haykırsa da şu an buna uymaktan başka şansımız yok gibiydi.
''tamam ama bu son!'' ikisi tartışırken benim ani çıkışım ikisini de bana yönlendirmişti, ''yemin ederim bir daha bu mevzuyu açarsan tek başıma buradan yüzerek adayı bulmaya çalışırım. Şimdi bize şehre nasıl gireceğimizi söyle.''
''sahip!'' küstah bir de ona sahip dememi istiyordu. Öfkeden titreyen ellerim ve sıktığım dişlerim dışarıdan nasıl görünüyordu bilmiyordum ama Akel bana hiç iyi bakmıyordu, endişeliydi. Öyle olmalı ki ikisini de korkutmuştu öfkem. Ena son istediğinden vazgeçerek şehre yakalanmadan nasıl gireceğimizi anlatmaya başladı. Ve ben duyduklarıma inanmadım. Benim giysilerimi giyip soylu birinin kimliğiyle gireceğini, benim kölesi Akel'in ise nedimesi olduğunu söyleyecekti. Bu çok ama çok saçma bir plandı. Hadi bu yalana inandılar diyelim peki ya sonra. Sonrası muamma, yakalanırsak hepimiz öldürülecektik ama Ena son derece planına güveniyordu ben ise ona hiç güvenmiyordum. Tuhaf olan ise Akel buna bir şey demedi, resmen kabul etti ve ikisi de kıyafetlerimi çıkarmamı bekledi. İkisi arasındaki bu hoşuma gitmeyen dayanışma canımı o kadar sıkmıştı ki bir an ikisinin de anlaşarak bir planın içinde olduğunu düşünmüştüm. Ena atından indiği sıralarda öfkeyle ormanın içine doğru yol aldım. Her ne kadar Akel arkamdan seslense de dönüp bakmadım. Kafam çok karışıktı ve yalnız kalmam gerekiyordu. Onlardan iyice uzaklaştığıma emin olduğum bir yere geçtim ve solmuş bir ağacın dibine sindim. Göğsüm daralıyordu ve nefes almakta zorluk çekiyordum. Bunca şeyi neden yaşıyordum? Neden kim olduğunu bilmediğim bir kadının kölesiyim ve bunun sürmesinde diretiyordu? Bu canımı sıkıyordu. Sanırım annemi ve evimi özledim ama onlarda yoktu. Kimsem kalmamıştı. Bir Akel ve neden yaptığım konusunda hiçbir fikrimin olmadığı amacım dışında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasyTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...