Ena son kez bizi uyardı ve planı anlattı, gerçi hâlâ umudum yoktu bu plan karşısında ama umursamadım. Plana uyarak atın dizginlerini yaya olarak aldım elime, Ena ata bindi ve Akel sol tarafta atın arkasında kalarak yürümeye koyulduk. Üçümüzden silahlı olan tek kişi Enaydı ve tüm silahlar atın eyerindeydi. Acil durumda kolaylıkla almak için bir kılıcı kendi tarafımda saklamıştım. İlerledik ve korku bizi ele geçirmeye çalışıyordu. Ben korkmak istemiyordum zira planı batıracak şey korkumuz olacaktı. Surların önündeki düzlükte önümüzdeki kervanın arkasından ilerliyorduk. Gözlerim kervanı tararken aralarında tutsakların olduğu ve çoğunun nara askeri olması dikkatimi çekmişti. Öfkem parmaklarımdan yüzüme ilerlerken Ena dizginleri sıktığımı görmüş olacak ki beni sakinleştirmeye çalışıyordu, ''emin ol şu durumda yapabileceğimiz bir şey yok onlar için.'' Haklıydı, elimden hiçbir şey gelmiyordu ama ülkemin şanlı askerlerinin tutsak olarak görmek öfkemi harlamıştı. Başımı eğdim ve onlara bakmak istemedim, eğer baksaydım daha çok öfkelenecektim ve istemeyeceğimiz şeyler yaşanacaktı.
''durun!'' diye tok bir erkek sesi işittiğimizde önümüzdeki kervan yavaşlamaya başladı ve en sonunda toplaşarak durdu, bizde arkasında. Aniden etrafımızı süvariler sardı; üzerlerindeki siyah zırhlı kıyafetleri ve göğüslerinde temsil ettikleri Akman Krallığının işareti ve aynı zamanda Marobisin işareti olan aslan figürü vardı. Yüzleri açıktı ve hepsinin bir eli kılıçlarının kabzasında diğer elleri atlarının dizginlerinde olacak şekilde etrafımıza set kurdular. En öndeki kervanın sahibi kapıdaki askerle konuşuyordu. Askerin gözleri kervandan ayrılmazken nihayet bizi görmüştü ve sahibe bizi sordu. Ondan olumsuz bir cevap alacak olmalı ki yanındaki askere bizi işaret ederek bir şeyler söyledi. Yanımıza yaklaşan yaya asker önce gözleriyle taradı bizi sonra da atın üzerindeki Enaya dikkatle baktı, ''sende kimsin? Burada ne işin var?'' köle gibi davranmalıydım bu yüzden ne kadar çok istesem de efendimin yüzüne bakmamalıydım.
''ben Pus Prensesi Ena'' lakin askere rahatlıkla bakabiliyordum. Gözleri bizi tekrar taradıktan sonra sordu, ''Pus Prensesi Ena iki hafta önce ormanda saldırıya uğrayıp öldüğü haberini almıştık.'' Duyduklarıma inanmıyordum, Ena gerçekten prenses olabilir miydi?
''evet saldırıya uğradım ama kurtuldum, bu kölem Sefan ve nedimem Sina.''
''üzgünüm her ne kadar anlattıkları gibi olsan da bunu valiye bildirmem gerek. O daha önce prenses ile görüşmüştü.''
''bekletmeyin, beklemeyi sevmem.'' Ena'nın bu soğuk kanlı tavrı iyiden iye canımı sıkmıştı, o gerçekten de Pes Prensesi miydi? Ama neden bize söyleme gereği duymamıştı? Bir dakika, Akel... onunla karşılaştıklarında son derece yakın davrandılar ve her şekilde onun arkasında olmuştu. İyi de Akel onu nereden tanıyordu?
Ben kafamda bunca soruyla boğuşurken asker çoktan gitmişti onun gidişiyle birlikte gözlerim Ena'yı buldu. Bana bakmadı ama ona baktığımı biliyordu, ''her şeyi anlatacağım.'' İşte malumun ilanı. O Pus Prensesiydi ve bunu bizzat kendi ağzıyla söylemişti. Arkamdan bunca iş çevirdiği için ondan bunun hesabını soracaktım elbet ama bizi buraya sokmaktaki amacı ile köle olmamdaki diretmesinin bir plan olduğuna artık adım kadar emindim. Şu durumda sakladığım kılıcı alıp bir askeri öldürerek kaçmayı planlasam da aklıma o beyaz giyimli kadın geldi. Durmalıydım ve bu oyunu sonuna kadar oynamalıydım. Askerin gidişinden kısa bir süre sonra önümüzdeki kervan şehre giriş yapmıştı ve biz açık kapının önünde öylece beklemeye koyulmuştuk. Önümde duran asker silahsızdı ama arkasında dört tane okçu ve kılıçları hazır olan askerler hazırda bekliyorlardı. Gözleri beni izlerken rahatsız olmamak elde değildi ama belli etmemem gerekiyordu.
''söyler misin prenses, bu kadar güçlü bir köleyi nasıl buldun?''
''ben değil Kralımız yüce Akman buldu onu. Hiç şüphesiz bugüne kadar bir ihanetini görmedim.''
''yüzü bir Nara askerinin yüzüne çok benziyor. Öldürdüğüm birçok naralının hatları var yüzünde.'' Sözleri bir hançer misali bedenimi delip geçmişti ve gözlerim öfkenin verdiği ve bulunduğum durum sayesinde çaresizlikle açıldı. Ondan korkmuyordum tam tersi onu parçalara ayırmak istiyordum. Üstelik bu sözlerinden sonraki kahkahası daha bir çekilmez olurken ben artık kendime hâkim olamıyordum. Artık kılıcı çıkarıp bu lanet pislik herifin boğazını kesecektim. Nefes alışlarım hızlandıkça Ena ve Akel'in arkamdan korkuyla baktıklarını anlayabiliyordum. Öfkeyle döndüm ve Ena'ya aktığımda duruşunu bozmadan bana bakıyordu, ''öyle deme asker kendisi ölümden çok korkar. Baksana bana sığınıyor.'' Yemin ederim ikisini de öldürme isteği şu an çok cazip geliyordu. Öfkemi beslemeye devam eden konuşmalarının arasından bir el tuttu elimi; sıcacık ve narin. Akel'in elleri elimi bulurken gözlerimi gözlerine almak için çenemi kavradı ve şefkatle kendisine döndürdü, ''lütfen sakin ol, biraz daha dayan. Lütfen.'' Kısık sesi kulaklarımdan beynime ulaşması epey uzun sürdü ama ulaşmıştı ve beni dizginlemişti. Onun gözlerindeki umut ve güven içimi ısıtmaya yetmişti üstelik öfkemi dindirmişti. Gözlerimle onu onayladıktan hemen sonra valiye giden asker geri geldi, ''vali onlarla görüşmek istiyor. Bırakın girsinler.'' Onun bu uyarısından sonra önümüzdeki askerler kenara çekilip bize yol verdiler. Atın dizginlerini iyice kavradıktan sonra içeriye adım attım. Gelen asker bir atın üzerinde bize valinin evine kadar eşlik etti. Ev denize çok yakın ve son derece büyüktü hatta bir tür küçük saraya benziyordu. Avlusunda çalışanlar var, biz avluya girdiğimizde bize odaklandılar. Evi koruyan askerlerden biri valiye haber vermeye gittikten bir müddet sonra valiyle geri döndü. Vali yaşlı biriydi, beyazlaşmış saçları ve tombul haliyle bizi karşıladı, Ena'yı gördüğünde tanımıştı onu ve önünde eğilerek selamladı, ''Kralımızın gözdesi Pus Prensesi Ena, hoş geldiniz.'' Ena atından inerek valinin karşısına geçti. İkisi kaynaştılar ve sohbet ederek sarayın içine doğru gittiler Akel ve ben ise orada öylece kalmışken Ena'nın aklına yeni gelmiş olacaktık ki dönüp bize baktı, ''onlar da benimle.'' Vali onun sözlerinden sonra, ''tabi ki efendim.'' Elleriyle bize giriş izni verdiğinde atı oradaki çalışanlara bırakarak içeriye girdik. Son derece ferah ve gösterişli olan saray bunca zaman gördüklerime çok zıttı. Dışarıda insanlar konforsuzluktan toprağın üzerinde yatarken burası son derece güzel minderlerle doluydu, dışarıda insanlar açlıktan ölürken burada bin bir çeşit yiyecek vardı, dışarısı tamağ ise burası uçmağdı. Dışarıdaki insanlar melek ise vali, Erlik Han'ın ta kendisiydi. Ena ve bizi bir daireye yerleştirdiler. Köle olarak sadece malzemeleri yerleştirmek için girişime müsaade edildi ama Ena buna karşı çıkarak benim de odada kalmamı sağladı. Evet, bunu yaptığı iyi oldu zira onunla konuşmamız gereken çok önemli konular vardı en başta, Yüce Kralımızın gözdesi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasiaTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...