Bölüm 17: Akşam Yemeği

168 30 0
                                    


Vali akşam yemeğinde buluşma teklifinden sonra yanımızdan ayrıldı. Üçümüz baş başa kaldığımızda gayet yumuşacık olduğu anlaşılan yatağa yatmış olan Ena'nın üzerine yürüdüm, ''Yüce Kralımızın gözdesi de ne demek oluyor? Akman ile evlendin mi yani?''

''git bana yıkanmak için banyoyu hazırla, o kadar yorgunum ki,'' yatağın üzerinde son derece rahat takılması hem beni hem de Akel'i çok sinirlendirmişti, ''Tanrıçalar aşkına Ena, neler oluyor?'' gözlerini Akel'e diktiği gibi konuştu, ''lütfen bana biraz izin verin, çok yorgunum ve size her şeyi anlatacağım. Şimdi banyoyu hazırla köle.'' Akel'e baksa da son sözleri bana karşıydı ve artık bu söylemlerine alıştığım için ses çıkarmadım ama nefretimi başka türlü gösterecektim, ''ben yıkandıktan sonra gelirsin.'' Sözlerimden sonra hiç beklemeden banyonun olduğu yere yöneldim ki hemen yan tarafta bir paravanla kapatılmıştı. Ena'nın bana nasıl baktığı umurumda bile değildi ilk ben banyo yapacaktım. Yatağın solundaki paravanı geçtikten sonra yere oyulmuş ve taştan olan, içine rahatlıkla dört kişinin sığabileceği küveti gördüğümde derinden bir oh çektim zira içi su doluydu ve üzerinden sıcak olduğunu ilan eden dumanlar vardı. Üzerimdeki tek elbisem olan bezi çıkarıp suya girdim; ayaklarım suyla buluştuğunda bunca zaman çektiğim sıkıntıların yerle bir olduğunu hissettim, bedenimi bir rehavet kapladı ve tıpkı bir tüyün havada süzülmesi gibi suyun dibine battım. Tüm bedenim suyla birleştiğinde dışarıda olup bitenler aklımdan silinip gitmişti, yaşadıklarımı hatırlamıyordum bile. Sadece ben ve sıcacık su vardı. Sırtım yere değdiğinde tüm sızılarım ortadan kayboldu ve rahatlayan bedenim kuş tüyü kadar hafiflemişti. Uzun süren seyahatimizden ötürü yorgun düşen bedenim şimdi mayışmıştı ve kafamı sudan çıkarıp küvetin kenarına yaslandım. Oturarak sıcak suyun bedenimi iyileştirmesini benimsedim, gözlerim kapalı başım arkaya doğru sarkık şekildeyken birinin içeriye girdiğini anlayarak başımı kaldırdım, ''benim banyom henüz bitmedi.'' Gelen Ena idi ve önümde soyunmaya başlıyordu. Ona ne kadar dur desem de umursamadı ve açıkçası beni dinlemiyordu bile. Yapacak bir şey olmadığından sırtım ona dönük bir şekilde sudan çıktım ve oradaki birkaç kıyafetin arasından beyaz olanı etrafıma sararak çıkmaya yeltendiğimde o çoktan suya girmişti bile, ''işte böyle çıkartırlar'' tam çıkacağım vakit duyduğum bu sözlerden ötürü gülümsemiştim ve onun rahatlığını bozmayı çok istemiştim, ''Akel olmasını tercih ederdim.'' Evet o oyun istiyorsa oynayacaktım ama istediğini vermeyecektim. Suratının asıldığını anlamamak için yüzüne bakmaya gerek yoktu. Umursamadım yerdeki, daha önce Ena'ya verdiğim kıyafetlerimi alarak odaya girdim. Akel çoktan uyumuştu. Kıyafetlerimi hızla giydikten sonra dairenin balkonuna çıktım. Dışarısı kapkaranlıktı ama meşaleler neredeyse her yerde yanıyordu bu da şehri aydınlatmaya yetiyordu. İnsanlar ve askerler rahatlıkla gezip tozuyordu. Sanki buradaki insanlar dışarıda olup biteni bilmiyormuş gibiydi ve sanki hiçbiri Akmanın gazabına uğramamıştı. Çok rahat ve çok refahlardı. Kısa bir etrafı izlemden sonra oradaki mindere oturdum. Düşündüm yine ve kendimi tutamıyordum; neredeydim ve şu an nereye geldim. Gerçekten böyle miydi? Nara sarayında yaşarken dışarıdaki insanların durumlarını hiç düşünmemiştim sadece kendimi ve savaşı düşünürdüm, demek ki böyle oluyormuş. Dışarıdaki yaşama şahit oldum ve Nara sarayındaki zamanlarıma küfrettim...

Düşünceler eşliğinde uyuya kalmıştım beni uyandıran ise Akel olmuştu. Üzerime ne zaman örtüldüğünü bilmediğim örüyü kenara atarak sırtımı yaslandığım duvardan ayırarak ayağa kalktım, ''valinin yemeğine katılmalıyız, bizim için kıyafetler getirmişler biz giyindik sen de giyin'' diyen Akel balkonun taştan korkuluklarına koyduğu kıyafetleri işaret edip içeriye girdi. Ah ne güzel şimdi de köle kıyafeti giyecektim. Bordo renginde bir üst ve siyah pantolonla tıpkı saraydaki çalışanlara benzemiştim. İstemeye istemeye giydiğim kıyafetlerle içeriye girdiğimde Ena son derece güzel bir kıyafetle duruyordu... doğru ya o bir prensesti; soluk mavi rengindeki uzun kıyafetinin üzerine tül süslenmişti ve birkaç yerde çiçek resimleri işlenmişti, saçları tertemiz ve başına geçirilen taç ile bağdaştırılmış şekilde arkasında duruyordu, ''buraya fazla bağlanmayacağız, gitmemiz gerektiğini sana hatırlatırım.''

''ormanda geçirdiğim onca günden sonra bana bunları çok görme koca oğlan.'' Keyfi yerindeydi ve içi huzurlu bir şekilde minderine oturdu. Akel ortalıkta görünmüyordu daha az önce içeriye girmişti.

''Akel nerede?'' giysi dolabının yanındaki boy aynasının karşısına geçtiğimde kendimi süzdüm, üzerimdekiler son derece iğrenç hissettiriyordu. Benim ruhumda kölelik yoktu ve ben şu an köle kıyafetleriyle kendimi izliyordum.

''birazdan gelir, sarayın içerisinde görmesini istediğim bir yer vardı oraya gitti.''

''nereye?''

''merak etme ben de bizim için çalışıyorum.''

''biliyor musun? Sizin aranızda hiç hoşlanmadığım bir bağ var.'' aynayı bırakıp onun karşısındaki mindere oturdum ve gözlerimi onun gözlerinden ayırmadım. Yüzü gülüyordu ama gözleri ne cevap vereceğim dercesine bakıyordu ama ben bir cevap istiyordum. Tek kaşımı kaldırıp ağzımı açmıştım ki konuştu, ''hepimiz kimliklerimizi kaybettik. Artık kim olduğumuzun bir önemi yok ve artık ne olduğumuzun bir önemi var. Akel...'' tam istediğimi alacaktım ki kapımız çaldı ve içeriye askerlerden biri girerek yemeğin hazır olduğunu söyledi. Kapıda bekledi ki bu da acilen kalkmamız içindi. Biz de öyle yaptık, ayağa kalktık ve askerin önderliğinde yemek salonuna gittik. Belki de sarayın en büyük salonuydu burası, yüksek duvarları ve ona yakın devasa sütunları tavana kadar yükseliyordu ve tavan tamamen camdan yapılmaydı. Biraz geniş ama baya uzun salonun sonunda kurulu bir sofra vardı, vali ve birkaç kişi daha oradaydılar; birbirleriyle derin mevzuları konuşarak eğleniyorlardı ki bizi fark ettiklerinde sessizliğe büründüler. Bir asker Enayı takdim ettiğinde hepsi ayağa kalktılar ve Ena en başta sağ taraftaki sandalyeye oturana kadar oturmadılar. Ben onun hemen arkasında on adım gerisinde bekledim. Köle olduğum için masada bana yer yoktu.

''ölüm haberi geldiğinde son derece korkmuştuk ama şimdi karşımızda sapasağlam hayattasınız.'' Valinin açılış konuşmasıyla yedikleri yemeklere ara verdiler. Ena'nın sırtı bana dönüktü bu yüzden nasıl bir ruh halindeydi bilmiyordum ama sesi gayet olumlu geliyordu, ''ben de öldüğümü sandım ama bu genç delikanlı benim ve nedimemin hayatını kurtardı.'' Bir anda herkesin gözleri beni buldu. Vali şaşırırcasına bana baktı, ''iyide köleniz olduğunu söylediler.''

''kim olduğumu öğrendiğinde kölem olmaktan şeref duyacağını söyledi. Bizi hayata bağladı, o şerefsiz köpekler ırzımıza saldırdılar. Üzerindeki değerli taşlar yüzünden kıyafetlerimi paramparça ettiler Sefan bana kıyafetlerini verdi ve buraya kadar sadece o bez parçasıyla geldi.'' Hepsi bana minnetle bakıyordu, Ena ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordum ama oradaki herkes beni başıyla takdir ediyordu, ''efendimiz bunu bilecek Sefan. Bize prensesimizi bağışladın. Bunun için altınların içinde yüzeceksin.'' Alçak gönüllü olmam gerekiyordu ve ayrıca bir cevapta vermem gerekiyordu, ''efendimize hizmet etmek benim için bir şeref. Ben yapmam gerekeni yaptım.'' Başım ve ellerim önümde son derece değersiz gibi davrandım, ''derhal bir tabak daha açın, bugün Sefan bizim soframızdan yiyecek.'' Saray hizmetkarları masanın sonundaki sandalyeye tabak açmaya yeltenmişken köle gibi davranmam gerektiğini bir kez daha hatırlattım kendime, ''efendimin izni olmadan asla.''

''otur Sefan, bu sana sadece küçük bir teşekkür.'' Yüzüme bile bakmadan hızla bunları söylemişti ve ben de açılan tabağın olduğu yere gidip sandalyeye oturdum...


MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin