Nara sarayındaydım, son derece güzel ve ışıltılı bir yapı. Kraliçe Aba'nın dediğine göre her bir duvarındaki işlemelerin yapımı yaklaşık yedi yıl sürmüş. O kadar detay barındırıyorlardı ki bu da söylediklerini kanıtlıyordu. Hepsinde bir hikâye mevcuttu ve ben şimdi babamın yıllar önce Nara Kralı ve son kralın babası olan Kral Afran'ın kendisini başkomutan ilan edip ülkenin savaş talihini değiştirdiğini anlatan duvarın önündeydim. Henüz bir çocuğum, ellerim işlemelerin üzerinde geziniyor ve gözlerimi babamın yüzünden ayırmıyordum. O ülkemiz için son derece önemli biriydi ve çökmesi yakın denilen Nara İmparatorluğunu yeniden yeryüzünün söz sahibi ülkelerinin başına getirdi. Tüm yeryüzü babamı tanırdı ve ondan korkarlardı. Güçlüydü ve zekiydi ama her şey ben doğduktan sonra değişmiş. Eskisi gibi agresif ve savaşçı olmamış. Günün neredeyse büyük bir çoğunluğunu ben ve annemle ilgilenerek geçirmiş. Ve işte oradaydım, babam için yapılan kabartmalarda sadece bir yerde görünüyorum; annemin kollarında henüz bir bebeğim ve babam kollarıyla bizi sarmış vaziyette bana gülümsüyordu. Onun hikayesini görmek beni çok mutlu etmişti ama annemin birazdan tüm sarayda beni arayacağını biliyordum çünkü ona söylemeden çıkıp gelmiştim buraya. Çocuksu heyecanımla duvara dokunup keşfederken annemin sesini uzaktan duymuştum. Başımı o yöne çevirdiğim an sarayın baş şamanıyla karşı karşıya gelmiştim, güler güzüyle bana bakıyordu ama aynı zamanda gözüyle beni tarıyordu, ''sanırım annen seni arıyor?''
''evet efendim'' çocuktum ve nedense yakalanma içgüdüsü sarmıştı beni. Ellerimi önümde birleştirdim ve başım eğik bir şekilde yerdeki beyaz taşları inceledim.
''baban büyük biri onun gibi olmanı isteyenler olacak hatta sen bile bunu isteyeceksin ama unutma çocuk sen baban gibi olamazsın. Yeryüzünde hepimizin bir görevi var ve Gök Tengri bize bu görevler kadar güç ile akıl verdi... senin için zaman gelecek. Senin için zaman gelecek.'' O zamanlar çocuk olduğum için anlamamıştım ama şimdi anlıyordum.
''ben babam gibi biri olmak istiyorum ve olacağım da.'' Başımı kaldırıp tüm çocuksu ciddiyetimle şamana söylediğim bu sözlerin hemen sonrasında annemi şamanın arkasındaki uzun koridorun sonunda görmüştüm. Şamanın kıyafeti ve kendisi sayesinde beni görmemişti, ''sayın Kaman Şapey acaba Geray'ı gördün mü?'' annemin sorusu karşılığında karşımda duran şaman arkasına bakmadan gülümsedi, ''arayan bulur Balkır'' yanımıza doğru yürüyerek gelen annem şamanın önümden çekilmesiyle görmüştü, ''ah demek buradasın. Bunun için Tanrıça Kubey Hatundan af dilemelisin, tüm sarayda seni aradım ve çok yoruldum.'' Annem elimden tutup şamanı başıyla selamlayarak götürdü beni. Yolun yarısında kucağına aldı ve beni kokladı, ''bir banyoyu hak etmişsin.'' İkimizde gülümsemiştik ve ben onu n boynuna sarılarak yanağından öpmüştüm, teni böğürtlen gibi kokuyordu. O kokuyu hâlâ hatırlıyorum. Dairemize giriyorduk ve beni yere koyduğunda ben direk babamın bana oynamam için getirdiği tahta kılıçla hayali düşmanımı yenmeye çalışıyordum. Kendimi o denli kaptırmıştım ki annem aniden beni belimden tuttuğu gibi suyun içine koyuyordu... ayaklarımdan yukarıya doğru ilerleyen bir şeylerin olduğunu hissettiğimde ciğerlerim yanmıştı ve boğazımdan ağzıma dolan tuzlu suyu hissettiğimde gözlerimi açabildiğim kadar açtım. Ağzıma dolan tüm suyla birlikte öksürerek uyandığımda ellerim kumsaldaki ıslak toprağı yeni benimsemişti. Her yerim su içindeydi ve ciğerlerimdeki suyu boşaltana kadar kustum hatta arada su burnumdan bile fışkırıyordu. Gözlerimin altıyla birlikte tüm solunum yollarım neredeyse ateşle harlanmış gibi yanıyordu ve canımı yakıyordu. Yanan gözlerimin acısını hiçe sayarak etrafıma bakındım ve başımıza gelenleri hatırladım. O devasa dalga bizi yutmuştu ve şimdi buraya atmıştı. Suyun içinde olan ayaklarımı çekerek toprağın üzerinde doğruldum ve etrafta bizimkileri aradım. Gözüme ilk görünen Akel olmuştu; tümüyle sahilde ve o da ciğerlerindeki sudan kurtulmak için çabalayıp duruyordu. Ena ve şaman da ileridelerdi ve onlarda yavaş yavaş kendilerine geliyorlardı. Babam yoktu, ne kadar bakınsam da göremedim onu. Evet ölmüştü ama en azından cesedi toprağa gömülmeyi hak ediyordu ve bir yuğ törenini. Hüzünle birkaç adım atıp kuru toprağın üzerine oturdum tüm yorgunluğumla. Diğerleri kendilerini iyice toparladıktan sonra önce neler olup bittiğini anlamak için yoklama yaptılar ardından yanıma geldiler. Baş sağlığı dilemek için gelmişlerdi ki ben çoktan ağlamaya başlamıştım. Lanet olası gözlerim neden bu denli sızlıyorlardı anlamıyordum, bırakında rahatlıkla ağlayayım, bırakın babamın acısını yaşayayım kendi acımı değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasiaTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...