Aklımda onca soruyla duruyordum ordunun en başında bana verilen atın üzerinde. İtbaraklar benim söylediğim düzene göre yayılmış ve hazır bir şekilde bekliyorlardı. Deniz bana yaklaştıklarını söylüyordu, duyuyordum. Şu an su gücümü kullanıp gemileri batırabilirdim ama bu neredeyse tüm enerjimi harcamam gerektiği anlamına geliyordu. Sakince ve sabırla hareket etmeliydik gerektiğinde kılıcımızla savaşmasını bilmeliydik. Her defasında üstün güçlerimizi kullanamazdık. Ah evet birde bu vardı, enerji. Bitecek bir enerji ve geri kazanmak için elimizde olmayan bir şehir. ''geldiler'' dedi kısık bir sesle yanımdaki İtbarakların lideri İyas. Bunu yaparak dalgınlığımı gidermişti ve ağaçların arasından görebildiğim rıhtımın ilerisine baktım. Dört tane gemi görünüyordu, büyüktüler ve içerlerinde en az bir bölük asker vardı bu da çarpışacağımız askerlerin sayısını veriyordu. Dört yüz askere karşı yedi yüz itbarak. Sayıca üstündük ama karşımızdaki düşman çok güçlüydü. Akmanın bir askeri iki itbarak ederdi. Bunu bilerek bu kadar gelmişlerdi ama ben hesapta değildim. Atımın dizginlerini kavrayarak ilerledim ağaçların arasından tek başıma. Rıhtımı gören tepeye ulaştığımda durdum ve yanaşmakta olan gemileri seyrettim. Merakla bana bakıyorlardı, hepsi. Liderleri siyahlar içerisindeki zırhını sıkıp gözlerini kısarak bana odaklandı. Uzun sürmedi sırıtıp askerlerine inmelerini emretti. Onu dinleyen askerler birer ikişer indiler gemilerden ve rıhtımın ilerisindeki toprağa dizildiler. Tümü inmiş ve liderleri tekrardan bana baktığında atımı geriye çekip ağaçların arasından aşağıya indim. Bulunduğum yer ile kıyı arasında baya bir mesafe vardı ve bu mesafe boyunca dört yüz asker sabırla benim gelmemi bekledi. Kim olduğumu merak ediyorlardı her ne kadar akıllarında bir cevap olsa da. Liderleri alana girdiğimi gördüğünde ilerledi ve ikimiz bir müddet sonra karşı karşıya geldik. Atımdan inmedim sonuçta güç savaşıydı bu ve güçlü olan biz olmalıydı. ''Arus Diyarına hoş geldiniz komutan'' gayet arkadaşça yaklaşmaya çalışıyordum. ''buraya gelmeyeli baya değişmişsiniz, ne o tanrınız sizi affedip eski halinize gerimi döndürdü.'' Gülüyordu ve kendince eğleniyordu. Aynı şekilde bende, ''lort burada değil ve hayır, ben itbarak değilim.'' İnanmamıştı bana ve gülümsemeye devam ediyordu heybetli yüzü ve bedeniyle. ''buraya lort için geldiğimizi nereden biliyorsun ve de kimsin sen?''
''liderinizin korkulu rüyası, Hakan Geray.'' Benim yüzüm ciddiydi ama onun ki solmaya başlamıştı, ''şimdi gidin buradan zira ben hem lordumu hem de askerlerimi aldım. Artık Arus sizin toprağınız değil.'' Durgun yüzü aniden gülümsemeye başladığında adamın gözlerinin içinde kızıl bir sönük ışık görmüştüm. Bunlar büyülenmişti. Lanet olsun, Akman askerlerini büyülüyordu ve bu yüzden her istediğini yaptırabiliyordu. Bunu daha önce nasıl düşünemedim... konuşmanın bir anlamı kalmamıştı zira bunlar öldürmek için gönderilmişti ve bunun için kendilerini feda etmekten geri durmayacaklardı. ''Ölümün kokusunu duyuyor musun Hakan? Soğuk ve nefes kesici'' onun bu şeytani sözlerinden sonra arkadaki ordu kılıçlarını kınlarından çıkarıp bir ağızdan Erlik Han'a methiyeler diziyorlardı. Bunlar birer iblisti. Korkmuyordum zira tüm savaşım bundan ibaret olacaktı. Yüzümde değişmeyen ciddiyetimle onları seyrediyordum ve komutan yerine geçerek emir verdi. Okçular yaylarını gerip okları atmaya hazırlandılar. Bana karşı doğrulttukları oklar fırlat emriyle üzerime gelirken oralı bile olmadım zira önüme serdiğim havadan kalkanla birlikte okların hepsi sağa ve sola dağılıp giderken ben geri çekildim. Hayretler içerisinde beni izliyorlardı ama burası büyücülerin alanı değildi. ''saldırın!'' diye haykırdığımda ağaçların arasından koçarak geldiler ve kimisi tepelerden kimisi benim geldiğim yerden saldırıya geçti. İtbarakların geldiğini gören iblisler kalkanın hâlâ devrede olduğunu düşünecek olacaklar ki ok atmayı bir kenara bırakıp karşı saldırıya geçtiler. En arkada geldiğim yolun önünde atımın üzerinde öylece savaşı seyrediyordum. Onlara güveniyordum ve bunu onlara hissettirmem gerekiyordu. Eğer dahil olursam bana bel bağlayacaklardı ama ben onların da güçlü olduğunu bildiğimi bilmelerini isteyerek kaldım yerimde.
İblis oldukları bir gerçekti ve gözleri dönmüş bir şekilde çarpışıyorlardı. Uzun zamandır kendilerine yapılanlardan ve yeryüzüne verdikleri tahribatın öfkesini taşıyan itbaraklar şu anda onlardan farksızlardı. Onların da gözü dönmüştü ve iblisleri bir bir yere seriyorlardı. İki tarafında kayıpları vardı ama ikisinin de umurunda değildi. Eşini kaybeden bir erkek itbarak yas tutmadan devam etti. Oğluyla birlikte sırt sırta veren bir baba yere serilirken bile oğlu durup ağlamadı. Bu savaş acımasızdı ama şu an gördüğüm askerler acı nedir bilmiyorlardı, kalplerinde taşıdıkları tek duygu öfkenin beslediği intikamdı. ''efendimiz katılmak istemezler mi?'' diyerek başından beri yanımda duran İyas heyecanlıydı ve beni davet ediyordu. Gözlerinin içi parıldıyordu ve savaşmamak için kendisini zor tutuyordu. Gülümseyerek atımdan indim ve o da benimle birlikte indi. Kılıçlarımızı çıkardık ve savaş meydanına indik. Benim geldiğimi gören itbaraklar ulumaya başlayıp daha da haşin bir şekilde çarpıştılar. Bu belki de ilk savaştı ve savaşmak büyük bir zevkti. Gözüme kestirdiğim bir iblis benim geldiğimi görünce üzerime gelmeye yeltendiği sırada koşmaya başladım ama onu itip yerine komutan geçti ve o da bana doğru koşmaya başladı. Kılıcı sol elindeydi ve yaklaştığımızda kaldırıp bana sallamaya çalıştı ama ben yerde kayarak solundan geçtiğim sırada bacağını yaralamıştım ki gayet büyük bir yaraydı. Bağırdı ve tekrar üzerime saldırıya geçti. Bu sefer yerden hızla kalkıp kılıcımla korudum kendimi. Karnıma yediğim ayak darbesiyle geriye sektiğimde karşımdaki caninin yaralı ayağını hiçe sayıp devam ettiğini gördüm. Tekrar üzerime geldi ve onun saldırılarından kaçmayı başararak onu gafil avladım. Bir anda arkasına geçtiğim gibi ayaklarının ikisini de kestiğimde acılar içerisinde yere, dizlerinin üzerine düştü. Artık ayağa kalkamazdı. Bu olayı biliyordum. Kral Nef, bizzat Akman ile savaşmıştı ve tıpkı buna benzer şeyler yaşanmıştı. Ben Akman idim komutan Kral Nef. Kılıcına tutunan komutan ölümü umursamadan kalkmaya çalışıyordu ama yapamazdı. Tıpkı Kral Nef gibi, Akel'in babası Kral Nef gibi. Etrafımızdaki savaş neredeyse bitmişti. Biz kazanmıştık ve hayatta kalanlar toparlanarak etrafımıza toparlandılar. Komutanın önüne geçtim ve öldürdüğü itbarakların kanıyla yıkanmış bedenini yeni görmüştüm. Yüzü kir ve kan içerisindeyken gülerek bana bakıyordu sanki şu an yerde olan benmiş gibi. ''değer miydi?'' diye sordum belki biraz düşünür de büyünün etkisinden kurtulur diye ama nafile, ''gökyüzüne güvenmeyin, sizi terk ettiler. Yardım beklemeyin onlardan. Siz ve yeraltı bir başınızasınız.'' Kahkaha atarak sözlerini bitirdi. Ve öfkem ellerimde toplanınca yerdeki toprağa ulaştım. Emrimdeki toprak tam ayak dibimden bir mızrak gibi çıkıp adamın göğsünü delip geçti. O ölmüştü ve gözlerindeki kızıl büyü sönmüştü. İtbaraklar özgürlüğün ve zaferin verdiği sarhoşlukla uludular. Birbirlerini kutlayıp duruyorlardı ama ben kılıcımı temizleyip atıma doğru gittim. Peşimden gelen İyas'a yapması gerekenleri söyleyerek çadırıma gittim. Gökyüzünde neler oluyor bilmem gerekiyordu ve öğrenmeden de içim rahat etmeyecekti. İlk savaşımdan galibiyetle ayrılmıştım ama mutlu değildim. Aklımdaki sorulara cevaplar gerekti ve bu cevapları almadan doğru düzgün düşünemeyecektim. Akman askerlerinin üzerinde büyü kullanıyor, büyülü askerler gökyüzünde neler olduğunu biliyor ama ben bilmiyordum. Üstelik hakan olduğumdan beri gökyüzünden kimse benimle iletişime geçmemişti bile. Sadece Aldacı Han ama o da ölüm için gelmişti. Kendi çadırımda uzun süre düşündüm ve en nihayetince çıkar yol olarak devam etmem gerektiğine inandım. Öyle veya böyle yeryüzündeki görevimi bitirmem gerekiyordu. Bu yüzden üzerimi temizleyerek çadırdan çıktım. Dışarıda temizlenen ve dinlenen itbaraklara göz gezdirdikten sonra Tulpar'ın yaklaştığını hissedebiliyordum. İyas'ı yanıma çağırdım, ''o gemileri yeniden dizayn edin ve hazır olun. Uzun bir yolculuk için hazırlık yapın. Savaş başladı ve artık geri dönüş olmayacak. Buzlar Ülkesi bizim yanımızda olsa da olmasa da savaşacağız. İlk olarak Orman Krallığına saldıracağız. Ben Tepegözlerin adasına gideceğim. O taş kafalara bir şeyler anlatmam gerek.'' Sözlerimi bitirdiğimde Tulpar çok yaklaşmış ve konmak için hazırlanıyordu. İyas önümde eğilerek dediklerimi yapmak için yanımdan ayrıldı. Tulpar konar konmaz üzerine bindim ve hemen yola çıktık. O yorulmazdı bu yüzden dinlenmesini beklemem gerekmiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasíaTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...