Saatlerdir çarpışıyorduk ve bunların biteceği yoktu. Ben ve İris dışarıdaki ordunun önderliğini yaparken Şazmab ve Lort Aspar kalenin içindeki orduya önderlik ediyorlardı ve bu sıralarda lordumun bana seslendiğini işittim, beni kalenin içine çağırıyordu. İris'e baktığımda gözlerimizle anlaşmıştık ve hemen ilk elime geçen atla kalenin içine doğru gittim. Önüme geçmeye çalışan kim olursa askerlerim ve tepemde uçan Akel onları ortadan kaldırıyordu. Lordumun beni çağırdığı yer kale sarayındaydı. Sarayın kapısına vardığımda düşman askerleri set halinde kapıyı koruyorlardı. Beni görmeleriyle irkilerek geri adım atmaları bir oldu. Etraftaki düşman okçular üzerime ok atmaya kalkıştıkları sırada Akel sağ olsun birkaçı dışında hiçbir ok ulaşmadı bana ulaşanlar ise son derece sağlam zırhıma çarpıp kırıldılar, ''ya çekilin önümden ya da yapacaklarıma katlanın'' sakince onlara bunları söylediğimde birbirlerine bakıyorlardı ve okçuların bir bir düşüşünü seyrediyorlardı, ''tamam siz bilirsiniz.'' Deyip yumruğumu sıkıp havaya kaldırdığım an hepsi bir anda sağa ve sola doğru kaçışmaya başladılar. Artık sarayın kapısı için önümde bir engel yoktu. Olabildiğince adımlarımı hızlandırdığım sırada arka taraftan gelen sıcaklığı hissederek hızlı bir manevrayla kendime topraktan bir kalkan yaptım. Durmadan gelen ateş tuttuğum toprağın gücünü zorluyordu ve ben direnmekte zorlanıyordum. Canımın acıdığı sıralarda ateş durdu ve ben istem dışı toprak kalkanı bıraktım. Sağa doğru savrulan ve afallayan simsiyah ejderha kendisine gelmeye çalışıyordu ki Lort Aspar elinde gürzüyle hemen ileride duruyordu. Hemen bana baktı tüm asaletiyle; zırhı benim zırhıma çok benzerdi ama sadece rengi temsil ettiği toprak kadar kahverengiydi. Teni siyahtı ve bu Ena'nın abisiydi. Son derece yakışıklı ve son derece asildi, ''sarayın altında bir şey var görmeniz gerek!'' diyerek bana bulduğu şeyi anlatıyordu ve ejderha tekrar ateş etmeye kalktığında bu sefer sol eliyle toprağı onun üzerine savurdu ve eşsiz gürzünü önümdeki kalın ahşap kapıyı parçalara ayırarak kullanmıştı: kapıyı parçalara ayıran gür toprak olduktan sonra tekrar lordun elinde belirdi.
Ejderhanın ateşi eşliğinde girdim koridora ve hızla aşağıya indim. İçeride kimseyle karşılaşmamıştım ve lordum bunu benim için halletmişti. Üç kat aşağıya indiğimde nihayet yoğun bir enerjiyi hissetmiştim. Taş duvarların arasından ilerlerken meşalelerin aydınlatması sayesinde karanlık sorun olmuyordu. Enerjinin hissine doğru ilerledim; her bir on adımda bir oda vardı ve tıpkı sarmala benziyordu koridorlar. Ve en nihayetinde bir odanın kırılan kapısının içinde koridora yayılan siyah ışıkları görmüştüm. Oraya vardım. Odaya baktığımda kocamandı, dört duvar arasında sadece bir tek şey vardı o da bu siyah ışıkların kaynağıydı. Bir yumak gibi odanın ortasındaki sütunun arasında duruyordu: büyüktü ve sürekli enerji saçıyordu etrafa. Enerjisi beni etkilemiyordu ama yaklaşamıyordum. Çok zordu ve birkaç adım sonrası ulaşılmaz oluyordu. Kitap bunun yeraltı yaratıklarının yaratıldığı ateş olduğunu söylüyordu ve bu sadece bir kısmıydı. Yukarıdaki düşmanlarımızın ve ormanın güç kaynağı burasıydı. Ellerimle ulaşmaya defalarca denesem de ulaşmak mümkün değildi. Gücünü emip kendi gücüyle dağıtmayı denesem de olmadı. Kam Tuyon belirdi kapıda ve yanıma geldi, ''kutsal kara ateş'' dedi görür görmez.
''nasıl yok edeceğimiz hakkında bir fikrin var mı?''
''bu ateş yukarıdakilere güç veriyor ve buraya ulaşmak için deliriyorlar. Size yardım etmek için geldim. Eğer biraz daha oyalanırsak düşman askerleri zapt etmek imkânsız olacak.'' Soruma cevap vermese de asıl önemli olan diğer bir konuyu dile getirdi. Yukarıda bana ulaşmaya çalışan gözü dönmüş ordu gelmeden bu lanet olası ateşi yok etmem gerekiyordu. Kam Tuyon asasını yere vurduğunda yerden mavi kıvılcımlar yükseldi, ''bu da neydi?'' diyen ben şimdi anlamıştım. Üç yer üç ateşle yaratılmıştı: Gök Tengri kendi nurundan üç ateş yaratmıştı ve bu üç ateşle evreni yaratmıştı. Mavi, kırmızı ve kara ateş. Mavi gökyüzünün yaratıcı ateşi, kırmızı yeryüzünün ve kara ateş yeraltının yaratıcı ateşiydi. Hiç şüphesiz mavi ateş diğer ikisinin efendisiydi.
''mavi ateşi buna karşı kullanmaktan başka şansımız yok efendim'' diyerek benden emir bekliyordu ve ben çoktan onaylamıştım. Asasını yere bıraktı ve diz çöktü, sağ işaret parmağıyla önündeki taş zemine büyülü sözler eşliğinde bir şeyler fısıldarken sol elinin avucu göğüs hizasında asılı duruyordu. Lort Asparın sesini zihnimde işittiğimde artık zorlandıklarını anlayabiliyordum. Kam Tuyon yaptığı büyü bitmek üzereydi ve sol avucunda beliren mavi kıvılcımlar daha sonra bir alev topuna dönüştü. Hiç beklemeden sol elimi mavi ateşin üzerinde tutarak sağ elimle kara ateşin üzerine doğrulttum. Mavi ateşten aldığım gücü kara ateşin üzerine doğrulttuğumda az önce ellerimle geçmekte sorlandığım o kalkan şimdi hızla delinip eriyordu ve nihayet mavi ateş kara ateşe ulaşıp saniyeler içinde söndürmüştü. Kara ateşin sönmesiyle birlikte büyük bir enerji patlaması meydana geldi. Ben ve Tuyon karşı duvara sırt üstü yapıştık ve yer dizlerimizin üzerinde durduk. İşe yaradığını öğrenmek için lorduma seslendim ve evet işe yaramıştı. Gözü dönen düşman askerleri aniden durulmuş ve direnç göstermeden teslim olmuşlardı.
Saraydan çıkıp avluya geçtiğimde askerlerim teslim olanların etrafını sarmış bir şekilde bekliyorlardı. Liderleri Sadar Kraliçe İris'in önünde diz çökmüş bir şekilde beklerken Lort Aspar hemen Sadar'ın arkasında duruyordu. Ağır adımlarla ilerledim. İris geldiğimi anladığında tebessümle yana çekildi Sadar ise üzerine örtülen örtüye sımsıkı sarılarak göz ucuyla bana bakıyordu. Kapının önünde bize saldıran ejderha oydu ve şimdi o ihtişamlı halinden eser yoktu.
''Akman'a neden direnç göstermeden biat ettiğinizi şimdi anladım.''
''Kara Ateş'i nasıl yok etmeyi başardın?'' sesinde burukluk vardı: haklı olarak. Yenilmişti ve ülkesi artık benim kontrolümdeydi.
''sizin en güçlü dediğiniz bizim için talim gücündedir. Kara ateşin sahibine hükmedenler bizi gönderenlerin ta kendileri. Yanlış tarafta kaldın Sadar. Yüzlerce askerin ölümüne neden oldun''
''ülkemize saldıran sizdiniz''
''bizim saldırmak gibi bir niyetimiz yoktu ama aşağıda gördüklerimden sonra iyi ki saldırmışız diyorum yoksa arkamızda son derece tehlikeli bir düşman bırakacaktık.'' Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı, öfkeyle, ''bize ne yapacaksın?'' diye sorduğunda cevap vermedim. İris'e dönerek onu ilgilendirecek emri verecektim, ''ormandan soğuk ve karlı havayı eksik etmeyin, tutukluları zindanlara atın ve onlara iyi bakın.'' Emri henüz bitirdiğim sırada açık olan kale kapısının oradan bir his tüm bedenimi sarmıştı ve mutlulukla oraya baktığımda Lort Aspar tebessümle bana baktı, ''bize yetişti'' diyerek gelecek olanı ilan etmişti, ''Denizlerin Lordu Aydilge'' ve belirdi kapının önünde. Su damlacıkları birleşip zırhlı bir kadına dönüştü. Sanırım tüm lortların zırhları benzerdi ve sadece renkleri farklıydı. Denizlerin Lordu Aydilge mavi renkli zırhı ile yürüyordu bize doğru. Son derece güzeldi, su gibi duru bir güzelliğe sahipti. Siyah saçları sarılı bir şekilde arkasında toplanmıştı ve elindeki çift yönlü baltası kana bulanmıştı: tıpkı keskin masmavi gözleri gibi keskindi iki ucu.
(Denizlerin Lordu, Lort Aydilge)
Tam karşıma geçtiğinde askerler Sadarı önümüzden alıp gitmişlerdi ve Lort Aspar da Lort Aydilgenin yanına geçerek önümde diz çöktüler, ''yaradılış gününe ve yok oluş gününe yemin ederim ki efendim, ben Toprağın Lordu Aspar olarak gücüm ve kudretimle emrinizde olacağım.'' Son derece etkileyici bir sesi vardı ve ilk defa bu tonda konuşmuştu.
''Talay Denizine ve yeryüzünü yarıp parçalara ayıran ırmaklara yemin olsun ki efendim, ben Denizlerin Lordu Aydilge olarak gücüm ve kudretimle emrinizde olacağım.'' Tıpkı temiz ve taşsız bir yatakta akıp giden su gibi temizdi sesi ve etkileyici. İkisi de bana biat ediyorlardı. Onların eğilmesiyle tüm ordu önümde eğilmişti.
İlk zaferim ve ilk lortlarım. İkisini aynı anda bana veren Tanrılara şükürler olsun...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasyTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...