Dümdüz akıp giden kupkuru toprak. Yer yer atların ayaklarını inciten sivri taşlar. Kapkara gök ve demir kokusu. Ordunun başında ilerleyen Lort Arçuray tüm bunları görüp algılıyordu. Sağında Geray'ın şekline bürünmüş cin ve onunda sağında Kraliçe İris. Korkusuzdular. Karşılarında duran devasa surlar umurlarında bile değildi. Tek istedikleri kan ve kılıçtı. Arkadaki o muazzam ordu liderlerinin arasından korkusuzca geliyorlardı. Kale lideri Ahram duygusuzca surlardan beliren orduya bakıyordu. O da korkmuyordu zira inandığı bir şey vardı: bu ordu sahteydi. Ayın olmadığı gök gündüzü işaret ediyordu. Ortam alacakaranlıktı. Askerler birbirlerini pekte iyi görüyor sayılmazdı. Biliyorlardı kendilerine saldıranı öldüreceklerdi. Bir anda Geray'ın durmasıyla tüm ordu sahaya yerleşerek yerini aldı. Ordunun en arkasında olan lortlar at sırtında birliklerin arasında geziniyorlardı ve gerekli açıkları kapatıyorlardı. İki tarafta kendisine çok güveniyordu. Korkusuz gözler savaşın bir an önce başlamasını diliyordu.
Açıldı kalenin kapıları. O kapılar ki iki tane tepegöz üst üste konulsa anca yetişebilirdi. Üç tane atlı göründü. Hızla geliyorlardı. Lort Arçuray atını öne sürdü ve onlara yetişti arkasında da iki tane asker vardı. Gelenler karşı taraftan gelenleri seçtiğinde yavaşlayıp beklemeye koyuldular. Kısa sürede lort ve arkasındaki iki askerle birlikte yüzleştiler. Lordun yüzündeki ciddiyet ve korkusuzluk karşı tarafı biraz korkutmuşa benziyordu. Ortadaki atını biraz öne sürerek diğer ikisini arkasında bıraktı, ''ben bu kalenin lideri Ahram. Size yemin ederim ki ölmeden kaleyi teslim etmeyiz.''
''onun için buradayız'' diyen lordun soğukkanlılığı karşısındakileri ürkütmeye yetmişti.
''ama başarılı olamayacaksınız. Hile yaparak kimse kazanmaz.''
''savaş meydanında kişi ölmemek için her şeyi yapar. Ve hile bunun en masumu.''
''göklere sığdıramadığınız Hakan neden sürekli seni öne sürüyor? Bizimle yüzleşmeye cesareti yok mu?''
''ölmeyi bu denli istediğini hiç düşünmemiştim.''
''yeter! Nasıl hilekâr olduğunuzu tüm yeryüzü öğrenecek. Biliyorum komutan, ya da gerçekten bir komutan mısın?''
''ne saçmalıyorsun Ahram?'' lordun kaşları çatılmıştı ve Ahram'ın ne demek istediğine inanmak istemiyordu.
''o bir insan değil mi? Benim gibi, senin gibi.''
''elbette''
''o zaman söyle bana bir insan nasıl olur da mor kan taşır?'' lordun yüzünde gram değişiklik olmadı ve Ahram kısa süreli bir hezimet yaşayarak devam etti, ''habercim gördü, kolunda yara vardı ve mor kan akıyordu. İnsanın kanı kırmızıdır. Ya bir buz elfi ya da bir orman cini, hangisi?''
''eğer cesaret bulursan savaşın sonunda önünde diz çökerken sorarsın. Sizlere şart yok.'' Lort atının dizginlerini iyice kavrayarak atını geri döndürerek eski yerine geçti ve Ahram iki süvarisiyle birlikte kalesine geri girdi.
Yerine geçen lordun ilk işi Geray'a bakmadan hesap sormak oldu, ''yemin ederim seni şu an öldürebilirdim ama dua et savaş var.'' dişlerini sıkarak söylediği bu sessiz sözcükleri hem cin hem de İris duymuştu. Olayı bilmese de kavrayan İris çenesini dikleştirerek atın dizginlerini kavradı. Lort cin'e geri çekilmesini ve savaşı arkadan takip etmesini emrederek başa geçti. Yaptığı şey yüzünden yakalandığını anlayan cin korkarak atı geriye çekti ve şamanların kontrolünde en arkaya geçti. Sözde Hakan orduyu İris ve Lort Arçuray'a bırakmıştı. Dakikalar sonra tüm lortların arvisi parıldadığında savaşın başladığına işaret olunmuştu. En baştaki Lort Arçuray gözlerini yummuş ve kollarını yavaşça yana açıyordu ki bedeninde yaprakları çıkıyordu, arkalarda olan Lort Esin bu yaprakları havayla tutup ileriye savuruyordu. Yüzlerce hatta binlerce yaprak havanın yardımıyla bir arada uçuşuyorlardı. Ortada çok güzel bir görüntü olsa da kalenin içindekiler için panikti çünkü ne tür bir saldırı olduğunu bilmiyorlardı. Yaprakları çıkarmayı bırakan ve herkes gibi kaleye doğru gidişlerini seyretmeye başlayan lort atından inerek ilerledi. Tüm yapraklar kalenin üzerine toplaştı ve bir anda her yere dağıldılar. Kalenin neredeyse her yerinde yapraklar vardı. Surlarda duran Ahram arkasına düşen bir yaprağı eline aldığında bir şey olmadığını görse de bunun neden ve nasıl yapıldığını anlamıyordu? Lort Arçuray atından yirmi adım önde durarak iki elini de yumru yaptığında ince yeşil çizgiler belirdi. Yumru halini alan eller hızla açıldı ve lordun göğsünde çaprazlama birleşti. Yüzü sinsi bir hal alan lort sırıtarak ileriye baktı, ''uyanın, benim şirin ve minik bebeklerim.'' Sözünü bitirir bitirmez ellerini ileriye hızla iterek bir enerji gönderdi. Ellerindeki enerji kalenin tamamına ulaştığında çığlıklar kopmaya başladı. Neler olduğunu anlamaya çalışan komutanlar, askerlerinin giderek dağıldığını ve kurulan düzenin bozulduğunu gördüler. Peki ama buna neden olan şey ne? Cevap Ahram'ın elindeydi. Yanındaki komutanı korkuyla eline baktığında, dallardan yapılma ve bir parmak boyunda şirin bir yaratık gördü ama bir o kadar da gaddardı. Komutan onu far edip efendisini uyarana kadar o yaratık elindeki çok sivri dalı Ahram'ın eline batırdı. Elinin üstünden giren dal avucundan çıkınca Ahram bir çığlık patlatarak elini savurdu. Havada uçuşan yaratık aşağıdaki kargaşanın içine dahil olarak askerlerin bedenine tırmandı ve diğer arkadaşları gibi onları yaralamaya başladı. Küçüklerdi: şirin ama gaddar. Minik ağızlarından çıkan naralar duyulmuyordu bile, sadece küçük bir vızıltı. Askerler ellerine geçirdiklerini ya kırıyordu ya da ateşe atıyordu ama sayıları çok fazlaydı ve hiç beklemedikleri anda beklemedikleri yerlerden çıkıyorlardı. Lort olduğu yerde mutluydu ve çığlıklar orduya ulaştığında İris merakla soracaktı, ''neler oluyor?''
''yaprak elflerim bizim için biraz temizlik yapacaklar.'' Yüzü hâlâ kaleye bakıyordu ve sırıtıyordu. Olmasını istediği şekilde ilerliyordu ve elini indirerek geri döndüğü an boğazı düğümlenir gibi oldu. İris ve onu gören herkes hayretle bakarken lort tutunamaz oldu. İris atından nasıl indiğini anlamadan koştu, lorda yetişti. O hiç iyi görünmüyordu: acı çekiyordu, ''bebeklerim'' dediğinde sesi yavrusunu kaybeden bir annenin sesi gibiydi. Ağlamak üzereydi. Diğer lortlar korkuyla ileri uca gelip lordu kaldırdılar.
''orada, bebeklerimi yiyor.''
''kim?'' diye sordu Lort Aydilge ve cevap kaleye bakan Lort Aspardan gelecekti, ''Yelbegen'' tüm lortların gözleri korkuyla açılmış vaziyette birbirine bakarken İris neler olduğunu henüz kavramış değildi, ''o da kim?'' bu sefer cevap bizzat muhatabından gelecekti. Önce farklı sesler işittiler ki Lort Aydilge bir an Abranın geldiğini sanmıştı. Sonra ise yelbegen tüm ihtişamıyla surların üzerinde belirdi. Yedi başlı bir ejderha, devasaydı. Sesi yaratıkları korkutmaya yetmiyor muş gibi bedenini göstermekten geri durmuyordu. Kimse onu beklemiyordu zira o yeraltının koruyucusuydu ve şu an yeryüzündeydi. Lortların tamamı bir araya gelse bile bu yaratığın hakkından gelemezlerdi. Bu yüzden şimdiden Lort Aydilge geri çekilmeyi düşünüyordu, ''bu üstesinden gelemeyeceğimiz bir durum. Yelbegen'i öldürmek imkânsız ve şu an efendimiz yanımızda değil. Geri çekilmeliyiz.''
''hayır!'' diyerek çıkıştı Lort Arçuray ve tüm acısına rağmen lortlara mevzilerine geçme emri verdi. Lort Aspar hariç. Tüm lortlar onu ikna etmeye çalışsalar da olmadı. Lort kararından dönmeyecekti: intikam içmiş, kan kusturacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
ФэнтезиTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...