Atıken Anakarası

158 27 5
                                    


Geray

Tanrıların çağrısına kulak verip ordumu yalnız bırakmıştım. İçimde huzursuzlanan bir kalp vardı ve bunun üstesinden gelemiyordum. Orduma güvensem de onların yanında olmamak canımı sıkıyordu. Sanki bir parçamı kaybetmiş gibiydim. Lakin gideceğim yerde bir o kadar mühimdi. Atıken anakarasında biri vardı ve beni çağırıyordu. Bu yapabilen sadece tanrılardı. İşte bu yüzden gidiyordum. Tulpar durgunca kanat çırpıyordu ve ben durgunca görünmeye başlayan güneşe odaklanmıştım. Işınlar yüzüme yansımaya başladığında içime dolan enerji tarif edilemezdi. Tıpkı toprağı beslen su misali. Yeşeriyordu bedenim. Artık tamamen güneşin altındaydım. Tulpar aşağıya doğru dalışa geçtiğinde karanın üzerindeydik. Kısa sürede yere inmiştik ve bu sefer dört nala koşmaya başlamıştı. O nereye gideceğini biliyordu ve ben bekliyordum. Neyle karşılaşacağımı bilmediğim için heyecanlıydım: her zamanki gibi. Uzun bir süre hızlı koşan Tulpar şimdi yavaşlamaya başlamış ve birazdan duracaktı lakin gözlerime ilişen silüetler vardı. Tulparın hızından dolayı net değildi bunlar ama görmüştüm. Yemyeşil ağaçların ve türlü türlü bitkilerin kapladığı alanda duran Tulpar daha ileriye gitmedi. İndim ve bu capcanlı diyarın havasını benimsedim. Göğsümdeki arvis ilerlememi söylüyordu. Dediğini yapacaktım. Tulpar gözden kayboluncaya kadar yürüdüm ve birilerini bekledim, beni çağıran sesin sahibini. Olduğum yerde öylece bekledim zira etraftaki hareketliliği iliklerime kadar hissedebiliyordum, her ne kadar görünürde bir şey olmasa ve hiçbir ses duyulmasa bile. Bekledim ve bekledim. Gittikçe yaklaşan hisse odaklandım. Çok ürkütücü görünse de ben korkmuyordum. Arkamdaki çalılıklardan gelen hışırtı sonrası henüz dönmeye niyetlenmiştim ki aniden ayaklarım birbirine yapıştı ve üzerimdeki canlıyla birlikte yere sırt üstü düştüm, ''ah!'' canım yanmıştı çünkü kafam yere setçe çarpmıştı, ''seni karı kılıklı embesil. Ah ne lan!'' üzerimdeki hayretle izlediğim canlının varlığı tüm acılarımı unuttururken bir de boğazıma dayadığı ince keskin kılıcı: komikti.

''sen de nesin böyle?'' hiç böyle bir şey beklemiyordum. Resmen şu an göğsümde kendi çapınca bir zırh giymiş, konuşan, agresif, kırmızı bir horoz vardı.

''hem embesil hem de kör. Görmüyor musun? Ben bir horozum, savaşçı horoz.'' Öfkesi çok şirince idi resmen onu ciddiye alamıyordum ve gülesim geliyordu, ''sence bu komik mi ha?''

''bırak onu Ataş!'' bir başka ses bize ulaştığında Ataş'ın üzerimdeki horoz olduğunu anlamıştım. ''nedenmiş o?'' :Laf dinlemeyen kırmızı, öfkeli bir horoz.

''çünkü o bizim misafirimiz aptal yaratık

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

''çünkü o bizim misafirimiz aptal yaratık.'' Ses kimden geliyorsa Ataş'tan daha zeki olduğu kesindi ama o inatçıydı, ''misafirse misafir. Davet edilmeden geldi ve henüz kendisini tanıtmış değil.'' Kanadıyla tuttuğu o kılıcın ani bir hareketle boğazımı deşeceğini bilmeseydim çoktan bu işe son verirdim.

''gerek yok Ataş,'' muazzam incelikteki bu sesin sahibini tüm duyularım çoktan merak etmişti. Ataş gözlerini pörtlekleştirdiğinde gagasını kaldırarak sertçe yutkundu ve kılıcını çekerek üzerimden atladı. Ayağıma attığı bağı çözdüğünde yavaşça doğruldum ve sesin sahibini aradım. Arkamdaydı ve çok ama çok güzeldi. Kestane rengindeki saçları nur saçan yüzünün bazı kısımlarını örtüyordu. Dudakları kıpkırmızı ve alacalıydı. Gayet uzun bir boya sahipti. Beli inceydi ve üzerindeki mor ve lila rengi kumaştan yapılma uzun elbise güzelliğine güzellik katmıştı. Belinden göğüs boşluğuna uzanan bir takı vardı ve bacaklarının en üstünde duran altın işlemeli parçayla birleşiyordu. Omuzları çıplaktı ve hemen aşağısında beyaz bir kusun kanadından yapılma pelerini kolundan bağlıydı arkasına ve onu da saran altından bir takıydı. İki kolunun bileklerine kadar yılan pullarına benzeyen şeyler vardı kim bilir belki de gerçekten yılan puluydu. Her şeyiyle ihtişam kokan bu kadın benim lordumdu. Açık durumda olan omuzlarında yol anlan bir zincir tam gırtlağındaki yakasında birleşiyordu ve iki göğsünün ortasında duran arvisini tutuyordu, ''zira o benim misafirim.'' Masmavi gözleri bana gülümsüyordu ve hemen dibimde olan Ataş korkuyla özürler diliyordu lordumdan. O ise bana bakıyordu. Elleri önünde birleşmiş bir vaziyette yanıma yaklaşıp sonradan gördüğüm dönüştürülmüş hayvanların bakışları altında önümde eğildi. Herkes şaşkınken o biat yemini edecekti, ''tüm yaratıkları yaratan Tanrılara ve bizlere yaşama fırsatı veren Gök Tengriye yemin ederim ki efendim, ben Hayvanların Lordu Barçin: kudretim ve tüm ordumla emrinizdeyiz.'' Bir anda etraftaki tüm hayvanlar onun gibi önümde eğilmişti. Bu büyülü anları bozan ise Ataş'tı. Kanatlarını önünde birleştirmiş hemen dibimde titriyordu ve ağlıyordu. Lort ayağa kalktığında bir zırhlı kedi hemen koşarak Ataş'ın yanına geldi. Onu sessizce avutmaya çalışıyordu ki sesinden anladığım kadarıyla Ataş üzerimde beni tehdit ederken onu uyarak bu kediydi.

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin