Ay tepede asilce dururken ben balkondaki geniş alanda öylece ayakta duruyordum. Ay kaybolduğunda yola çıkmam gerekiyordu. Uykum yoktu, yorgun da değildim sadece yaptığım planın işe yaraması için dua edip durdum. Aşağıdaki canlıları izledim, gökyüzünden medet umarak onlar için dua ettim. Derin bir nefes alıp vererek göğsümdeki ağırlıktan kurtulacağımı sandım lakin işe yaramadı. Balkonun korkuluklarına iyice yaklaştım ve yıldızlara baktım, ışıl ışıl asılıyorlardı gökyüzünde. Biri ilişti gözüme, diğer yıldızlardan çok farklıydı; biraz daha büyük ve biraz daha parlak. Sonra arvisim parıldadığında gülümsedim. Tam da o anda odada birinin olduğunu hissettim. Merakla ve ağır adımlarla ilerlediğimde kulpu tekrar takılmış kapıyı kapatan ve kapıya sırtını yaslayan Akel'e baktım. Bir elf pelerini giymiş ve şimdi başlığını indiriyordu. Yavaş adımlarla yaklaştım ona. Pelerinin bağlarını çözerek omuzlarından yere bıraktı. Gördüklerim aklımı başımdan almaya yetmişti. Bir an yeniden bir cin vakası olarak düşünsem de hayır, bu cin falan değildi bizzat Akel idi: gözlerinden anlayabiliyordum ve bu sefer başımı döndüren büyü değil onun güzelliğiydi. Üzerinde tamamen tülden olan ince ve tenini gösteren çok ihtiraslı siyah bir elbise vardı. Hayranı olduğum kızıl saçları dalgalı bir şekilde sol omuzundaydı, ''madem teslim olmayı bu kadar çok istiyorsun, o zaman ilk bana teslim ol Naralı.'' Sözü aşırı hoşuma gitmişti. Yaklaştım ona ve dibine girdim. Başının sol tarafını saçlarında derince öptüğümde artık kulaklarımın iyice ısındığına emindim ve giderek tüm bedenim onun bedeni gibi ısınıyordu. Beni saran ellerini tutarak öptüm. Gözlerime bakıyordu hiç tereddüt etmeden. Sanki ne olacaksa olsun dercesine bakıyordu. Onun durumunu gördüğümde önce şaşırdım sonrada anlamışçasına gülümsedim. Yavaş hareket ediyordum ve bu onu daha da nefessiz bırakıyordu. Buz gibi soğuk olan parmaklarımla sağ elimi onun sıcacık göğsüne dokundum: kalbine. Parmaklarımın soğukluğu tıpkı bir buz gibi ürkütmüştü onu ama sonra alt dudağını ısırdığında zevk aldığını anlamıştım. Kalbi çok hızlı atıyordu, göğsü hızla inip kalkıyordu ve gözlerini sürekli kaçırıp duruyordu. Nefes alması derinleşip vermekte zorlanınca, ''çok yaramaz bir kalbin var. Sesini işitiyorum'' dedim.
''keşke şu an dursa'' dedi anlaşılmayacak bir sessizlikle ve ben sonradan anlamıştım.
''...neler oluyor Akel?''
''...kaybettim...'' diyebildi sadece, içinde verdiği savaşı haykırırcasına.
''neyi?'' diye sorduğumda tüm cesaretini toplayarak gözlerime baktı ve bir daha ayırmak istemedi, ''kendi içimde verdiğim savaşı''
''neyin savaşı bu?'' sırıtıyordum ve olacaklar açıkçası kanımı kaynatıyordu. Bu afetin kalbi öyle hızlı atıyordu ki şu anda durabilirdi. Elimi göğsünden alıp çenesine götürdüm, çilli yanağını okşayan baş parmağım ve diğer parmaklarımın soğukluğu yine ürkmesine sebep olmuştu, ''sakin ol zira kalbin biraz daha bu hızda atarsa duracak. Ona sahip çık''
''baş edemediğim için buradayım. Bir türlü susturamadım, çok denedim ama başaramadım'' sesi yalvaran bir kızın sesiydi ve yüksek değildi sanki sadece ikimiz duyalım kadardı.
''sebebi nedir?''
''sensin Naralı Geray, beni kalbimle yaln...'' diye sözlerine devam edecekken işini kolaylaştırarak dudaklarımı onun dudaklarına yapıştırdım. Beklenmedik hareketim karşısında kendisini kaybeden prenses artık tamamıyla kontrolünü kaybetmişti. Bedeni baştan aşağıya işlevsizdi, ayakları onu ayakta tutamayacak kadar hissizleştiğinde bu sefer iki elimle onu kalçalarından sıkıca kavradım ve kendime yapıştırdım. Prenses içindeki tüm sıkıntının geçtiğini hissettiğinde derin bir rahatlıkla dudaklarıma karşılık verdi. Kollarını boynuma sardı ve birbirine yapışan dudaklarımızı daha da bastırdı. Bulunduğumuz yerde uzun süren öpüştükten sonra prenses nefes almak için kendisini geri çekerek alnını çeneme dayadı. Bu çok uzun süren öpüşme onun nefesini kesmişti ama bir yandan da devam etmek istiyordu. Derin derin nefes alırken, ''Yüce tanrılar aşkına, dudaklarında bal tadı var'' dedi. Gözleri kapalıydı ve ben sırıtıyordum, ''ben olsam biraz daha tadına bakardım,'' dediğimde başını kaldırıp tekrar dudaklarıma az öncekinden daha ihtiraslı yapıştı. Bu seferki daha uzun sürünce onu kucağıma alarak yatağa taşıdım. Çok hafifti tıpkı bir kuş kadar. Birlikte uzandık. Öpüşme devam ederken elleri ensemde ve saçlarımda geziniyordu. Gözlerini kapatmıştı ve dudaklarından boynuna inmeme karşılık verdiği tepkilerle zevk aldığını belli ederken aniden durdum. Hemen gözlerini açıp bana baktı, ''neden durdun?'' diye sordu,
''buna hazır mısın?'' üzerindeydim ve şu anda burunlarımız neredeyse birbirine değecek kadar yakındı yüzlerimiz.
''hiç olmadığım kadar'' dedi bir an bile düşünmeden,
''durmayacağım''
''bunu senden istemeyeceğim'' dedi. Bundan sonra duyulan tek ses zevk inlemeleriydi... Kaldığı yerden devam ettim. Üzerindekileri çıkardıktan sonra doğruldum ve kendi zırhımı arvisin içine aldım. O sırada kendisi yatağa iyice yerleşip kıyafetini tamamen çıkardı. Başını yastığa yerleştirdi. İkimiz de son raddedelerdi. Artık bedenlerimiz birbirine kavuşmuştu: eksik parçalar tamamlanmıştı. Kor olmuş bedenlerimiz birbirlerini harlıyordu. Bu süre boyunca yeryüzünden kopmuştuk. Dışarıda olup biten hiçbir şey şu an umurumuzda değildi. Zaten düşünme yetilerimizi çoktan kaybetmiş ve yaşadığımız zevkin doruklarına çıkıyorlardı. Dakikalarca sürdü ikimizin dansı ve artık zamanı gelmişti. Onun üstündeyken üst gövdemi geri çektim ve onun gözlerinin içine baktım, gülümsedim o da gülümsüyordu, ''bu gece sana armağanımdır Akel''
''bu armağana gözüm gibi bakacağıma söz veriyorum.'' Gözlerini istemsizce kapandı ve alnım onun alnındayken kollarım yatağın minderini sıkıca sıkıyordum. Bundan sonra geri dönüş yoktu. Biz artık birdik. Benim neslim artık ondandı. O artık tanrıların katında benimdi ve bende onun...
Gözlerimi açmaya başladığımda onun gözleri hâlâ kapalıydı ve sıcacık elleri sırtımda geziniyordu. Üzerinde duran bu kaslı ve cüsseli yapı onu yormasın diye elimden geleni yapıyordum ve şu an hâlâ birleşikken dirseklerimi yatağa dikmiş destek alıyordum. Onunla tanıştığım günden beri arzuluyordum. İlk andan beri bizi birbirimize yakınlaştıran ruhani el şimdi işini bitirmişti. Kalplerimiz ve bedenlerimiz aramızdaki bu bağı haykırıyordu ama dil bir türlü konuşamıyordu. Ama şimdi her şey geride kaldı. Biz artık bir olmuştuk. Biz artık Geray ve Akel idik. Biz artık Hakan ve Hanımdık...
Güzel geçen gecenin ardından gelen deliksiz uykudan beni uyandıran göğüs boşluğumdaki acıydı. Sanki bir oraya bir parça kor koymuş gibiydi. Bir kabustan uyanır gibi uyandım ve çıplak olduğum için bir ipe bağlı olan arvisimin derimi acıtan şey olduğunu anladım. Yanıma baktım, Akel yoktu. Etrafa baktım her şey yerli yerindeydi. Bu durum beni rahatsız etmişti. Yataktan kalktım, su gücümü kullanarak tüm bedenimi yıkadım: üzerimdeki ölü toprağı kalkmıştı resmen, su çok iyi gelmişti. Arvisi kullanarak kendimi kuruttuktan sonra zırhım yeniden çıplak bedenime kuşandı. Akel'in neden yanımda kalmadığını sorgulayarak çıktım odadan ve hızla taht odasına gittim. Lortlarım, İris, şamalar ve on iki hayvan hazır bekliyorlardı. İçeriye girdikten hemen sonra kapıları kendi ellerimle kapattım ve doğruca tahta oturdum. Bana bakanlar düşüncelilerdi ve bundan sonra üzerlerine düşen görevin bilincindelerdi.
''size güvenmeseydim bunu yapmazdım. Benim için endişelenmeyin.'' Daha sözlerim bitmemişti ki tüm lortlarımın arvisi istem dışı parıldadı ve lortlar aynı anda diz çöküp kollarını çaprazlama göğüslerine yapıştırdılar. Bunu kendi istekleriyle yapmıyorlardı. Bunu onlara bir şey yaptırıyordu. Kalkıp yanlarına vardım, hepsi yan yana sol tarafta sıralanmışlardı. Gözleri tavana dikilmiş ve bir an bile kırpılmıyordu. Hepimiz aklımızdaki sorularla birbirimize bakarken arvisim parıldamaya başladı. İşte o an zihnimde yankılanan sesler görünürde hoş olsa da değildi, ''sekiz lort uyandı ve hakan yeryüzüne asasıyla düzen getirecek.'' Bir anda benimde dizlerim kırıldı ve yere düştüm. Arvisin ışığı o denli artıyordu ki taht odası resmen aydınlanıyordu. Canım acımıyordu ve hiçbir şey hissettiğim de yoktu sadece birçok kadının aynı anda söylediği bu sözler zihnimde yankılanıyordu. Gözlerim ağırlaştığında bedenimde biriken sonsuz enerjiyi hissedebiliyordum ve o enerji giderek göğsümde toplanıyordu. Sağ elimin havaya kalktığını hissetmeye başlamamla göğsümde biriken enerjinin kolumdan avuçlarıma biriktiğini gördüm. Arvisin ışığı giderek azalırken sağ elimde beliren; kolum kadar uzun, avucumu tümüyle dolduran simsiyah, üzeri gümüşle detaylandırılmış asayı benimsedim. Bu hakanlık asasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantastikTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...