PART II
RAVİŞ - GÜZEL KADINBir cümlenin içinde yaşıyorduk, virgülünü biz koyuyorduk ama noktadan bihaberdik. Bildiğimiz tek bir şey vardı ki, cümlelerin içinde açılan cümlelerin sonu olsa da, sevda cümlesinin noktası olamazdı. Şayet ki bir nokta varsa, bu sevdayı engellemez, aksine kalbin öncü olduğu daha büyük bir cümleyi açardı.
Egemen abinin hamlesi bizim sevgimize bir virgül bulmuş, cümleyi yaklaştırmıştı. Bu sefer biliyordum, görüyordum. Çünkü ileride parlayan bir ışık vardı. Sevgimizin, yeni bir cümlesi vardı dile gelecek.
Yeni bir, hayatımız.
Derin bir nefes aldım çalan şarkıyı dinlemeye devam ederken. Cihangir'in mırıltısı beni şenlendirirken huzuru kalbimin en derinindeydi.
"Sen aşk ile kutsanan güzel kadın,
Ne güzel şey varlığın,
Dilime duadır adın,
Olduğun yer gönlümün mabedidir,
Sanadır kalbimdeki her atım."Gülümsedim başımı göğsüne yasarken; elim, kolunda gezindi. "Sen ömrüme yazılan en güzel kadın..." diyerek devam ettiği sırada dudaklarını şakaklarımda hissettim. Eli belimde dururken, diğer eli omzumun üzerinden beni sarıyordu. "Sevilmek ne çok yakışır sana,
Adının yanında ne güzel durur adım,
Al cennetine kabul et sen beni,
Seni çok seviyorum güzel kadın."Beni fetheden sesi gittikçe azalırken son sözlerini söyledi ve dudakları yeniden aşina olduğu yeri buldu. Derin bir iç çektim, hayranlığımı gizlemeden. "Bu kadar mı güzel olur bir insanın sesi?" diye mırıldandığımda sorum ona değil, kendimeydi sanki. Yine de güldü Cihangir. "Sesim o kadar güzel olmasa da," derken, elini yanağımı buldu ve hafifçe okşadı. "Bütün şarkılar senin için yazılmış gibi. Bütün aşk şiirleri, senin için okunmalı gibi."
Biraz daha büyüdü gülümsemem. Keyifli olduğumu her halimle belli ederken "Çok seviyorum seni, biliyorsun değil mi?" derken olduğum yerde biraz kayıp başımı dizlerine bıraktım. Cihangir'i alttan izlemeye başladığımda o da başını eğip gözlerimi buldu. Sırıttı orada, tatlı sesiyle "Biliyorum ama hatırlatmak istersen fena olmaz." dediğinde ima ettiği şey, tam da beni utandıracak cinstendi.
Gözlerimi kaçırdım ondan. Bize doğru gelen kediyi gördüğümde konuyu değiştirmek için harika bir fırsat olduğunu gördüm. Yerimden yavaşça kalkarken kenara bıraktığım çantamı elime aldım ve kediyi elimle gösterdim Cihangir'e. "Çantamda mama vardı, verelim de karnını doyursun." dediğimde Cihangir gülümsedi. Başını yana eğip "Nasıl şanslı bir adamım ben? Bu kadar güzel seven, yetenekli, güzel vicdanlı bir eşim oluyor... Gerçekten çok şanslıyım." dediğinde kıkırdadım. Kediye ağacın dibine doğru mama dökerken Cihangir'e yandan bir bakış atıp "Sen de böyle güzelliklere sahip olduğum içindir belki." dediğimde, sadece gülümsedi. Oysa övdüğü şeyler, sadece ondan duyduğumda mutlu olduğum iltifatlardı.
Ne kadar zaman geçmişti... Hatırlıyorum da, kapıyı açtığım ilk an kalbimde bir tutulma olmuştu. Gökçe de anlamış gibi, keyifle izlemişti bizi. Kader, tesadüfler adı altında bizi bir araya getirmişti ve biz o rotayı, artık beraber çiziyorduk.
Memleketimdeydim mesela! Sevdiğim adamla buradaydım. Üstelik... Akşama da nişanımız vardı.
İki gün geçmişti isteme günün üzerinden. Egemen abiler Balıkesir'e dönmeden nişan yapmaya karar vermiştik ve bu yüzden onlar da iki gün fazladan kalmışlardı otelde. Nişan bu akşamdı, biz de sabah erken saatlerde ufak bir kaçamak yapmak istemiştik.
Cihangir'e elimi uzatıp "Hadi, gidelim artık." dediğimde Cihangir elimi tuttu ama ağırlığını vermeden kalktı ayağa. Telefonunu bana uzatıp "Abime mesaj atar mısın?" dediği sırada kendisi de hemen arkamızda duran arabanın şoför koltuğuna geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ ADIMLAR
RomanceDümdüz, simsiyah bir yol. Sonu görünmüyor, hatta bir adım sonrası dahi yok. Zifiri karanlık, her şey belirsiz... Ne yapmalıydı bu durumda? Bu yola birinin ışık tutmasını mı bekleyecekti? Asla. Başkasının ışığına muhtaç olmaktansa, kendi ışığını oluş...