esirgedim kendimden
benim olan
ve benim olmayan her şeyi.
ne kalabilir ki bana bu dünyadan?
toz tutmuş kitaplar,
kimliği belirsiz iskeletler,
ve bir de eski zaman parşömenleri mi?
ama şu hikayeyi tuttum hep aklımda,
buydu sadece bana kalan.—bir kilise ayini yapılıyor şu caddenin
hemen sağ köşesinde kalan
bak, şu kilisede işte!
bir adam giremiyor içeri, şapkası eski bayağı
ve bayağı gülüşleri var.
denilene göre kargalar bile
su içmeye gelmezmiş kilisenin bahçesindeki çeşmeden.
kar yağar, çam ağaçlarının üstünde birikmezmiş.
hatta, onlar,
-tarif edemem ama sen bilirsin onları-
onlar bile geçmezmiş önünden
gülüşleri ne kadar sinsi bile olsa.
ölüler diri diri gömülürmüş
işte diğer onlar en içten ölenlermiş,
yara bere hiç yokmuş vücutlarında.
adım atanlar uçurum yaratırlarmış merdivenlerinden
yedi günah için,
cehennemin yedi kat dibine.
ve parşömenlere -bana kalmayacak olan parşömenlere-
şiirler yazarlarmış.
kilisenin önünde dua eden şu adam -nasıl dua edeceğini bilmiyor üstelik-
caddenin hemen sağ köşesinde kalan kilisede,
bak! hemen şu kilisede işte!
sıkıştırmış incilin arasına kendi şiirlerini.
bu merdivenler onun merdivenleri
ceketinin ön cebinde taşıdığı kalemiyle
her basamağa her gün bir harf kazımış,
saçları eskiden siyahmış,
ve inanırmış gözlerinin mavi olduğuna.
şiirlerinde hep intiharı yazmış,
içinde yaşayan bir kadını da
kitaplarda okuyup durmuş.