"Kaç kilometre kaldı kamp alanına?"
"5 kilometre Üsteğmenim!" Kırk beş kilometre yani yaklaşık altı buçuk saattir durmadan yürüyorduk yani
"Ne durumdasınız Gökay Üsteğmen?"
"Kamp alanına son 5 kilometremiz kaldı Yüzbaşım!" Ortalama bir saat kırk dakika daha yürümemiz gerekiyordu.
"Operasyona başlamadan bilgilendirin beni."
"Emredersiniz Yüzbaşım!" Telsizi kapatıp temkinli adımlarla yürümeye devam ettim.
"Üsteğmenim?"
"Söyle Feza."
"Hiç şehit olan silah arkadaşınız var mı?" Buruk bir gülümseme kapladı yüzümü.
"Çok.."
"Yanınızda.. Yanınızda şehit olan var mı peki?" Çok değil, birkaç ay öncesine gitti aklım.
İki buçuk ay önce
"Kardeşim, kutlayamadık bir senin Üsteğmen oluşunu." Güldüm.
"Hallederiz birader. Kaçmıyor ya.."
"Kaçar birader, ölümle burun burunayız burada." Gülümsedi. "Her an şehit olabiliriz." Göğsü kabardı, gururlandı sanki. "Düşünsene Gökay, şehit oluyoruz."
"Yenge çok üzülür." Başını salladı.
"Çok üzülür.. Ama gurur da duyar. Cenazemde başı dik durur. Tek bir damla gözyaşı dökmez insanların yanında. Gururluyum der, başı dik olur."
"Konuşma lan şöyle." diye tersledim.
"Niye oğlum? Gerçekler bunlar değil mi?"
"Yine de söyleme."
"Gökay, eğer aynı anda şehit olmazsak, sen ver haberimi Gonca'ma."
"Boran-"
"İtiraz etme Gökay. Sen ver işte."
"Başım üstüne." dedim boğazıma oturan yumruyla. Gülümsedi.
"Yavaş yavaş söyle ama.. Yüreğine indirme lan karımın."
"Hadi lan oradan! Kolaydı sanki söylemesi, bir de dan diye söyleme diyor."
"Bütün süreçte yanında ol Gökay. Teşhis için gittiğinde, defin sürecinde.. Hepsinde yanında ol."
"Kapa konuyu Boran ya!"
"Gökay Üsteğmen!"
"Emredin Yüzbaşım!"
"Operasyonu başlatın!"
"Emredersiniz!" Dürbünle son kez etrafıma bakındığımda bir teröristin elindeki füzeyi gördüm. "Füze! Füze atacaklar! Saklanın!" Başımızı kayaların arkasına sakladığımızda füze çok yakınımıza düştü.