Hiçbir zaman başka efsanelerin temasında boğulmadım şu hayatta. Bir ejderhanın sırtındaki bilinmezlikte kaybolmadım. Susmadım, gerekli ya da gereksiz hep konuştum. Ve ben hiç o masalların en üst seviyedeki hayallerine tutulup kalmadım. Çocukların yüzdüğü bir nehirde kadınları çamaşır yıkarken düşündüm. Rüzgârda savrulan ağaçların yaprakları, kulağımla birlikte yüreğimi de okşayan kuş cıvıltıları... Ya da çok yüksek bir tepeden akan suyun kayalara vurduğunda çıkardığı sessiz ama bir o kadar da gürültülü sesi... Bütün dinlerin, dillerin ve ırkların aynı türküyü söylediği, söylerken herkesin aynı tadı aldığı, sevinçlerle hüzünlerin bir olduğu bir dünya düşündüm. Hiç karamsarlığa dolanmadan, ayağıma umutları takarak yürüdüğüm bir yol düşündüm. Bütün yorgunlukların ve kavgaların dışarıda olduğu, anne ve babaya yaşama sebebi olan çocuk sesleriyle dolu bir ev düşündüm. Ve en büyük acının aşk olduğu bir hayat...
Sessizdi, kapkaranlıktı ve ben yürüyordum. Caddede bitmek bilmeyen bir gürültü selamlıyordu beni. Bir yılan gibi dolanmıştı vücuduma yalnızlık. Etrafımda gördüklerim her zamanki gibi hayal ettiklerimden farklıydı. Nehirlerin ve çocuk seslerinin yerini bir kuru kalabalık, boş bir gürültü almıştı. Tozu dumana katmıyordu sanki duygularım. Artık tozu dumana katıp geçip gidenler o kimsenin gözlerini alamadığı arabalardı. İlham perilerim bile terk etmişti beni. Ağzımda bir türkü, mırıldanıyordum sözlerini bilip bilmeden. Tüm yorgunluklar üstümdeydi sanki. Yalnızlıktan kavga edemiyordum kimseyle ancak içimde verdiğim bitmek bilmeyen savaş tüm kavgalara bedeldi. Bir yanım hayal bir yanım gerçek arasında sıkışıp kalmıştı.
Ve ben hiç fark etmediğim tepemden bedenime, oradan da ayaklarıma kadar beni ıslatan bir nisan yağmuruna aldırmadan yürüyordum. Böyle olmamalıydı diyorum sonra içimden. Ne hayaller bu kadar boş, ne o adam bana bu kadar uzak olmalıydı diyorum. Tenime işleyen kokusu, beynimi işgal eden hayal kırıkları, yakamı bırakmayan keşkeler... Bu kadar sağır edici olmamalıydı sessizlik. Hayat bu kadar zor olmamalıydı. Yarım kalan zamana, eksik kalan yaşanmışlıklara, kayıp giden onca masum hayata bedeninin her noktasıyla yine de huzurlu gülümsemeliydi insan. Bu kadar imkânsız olmamalıydı.
Kurduğum hayaller ile gerçekler arasında uçsuz bucaksız bir mesafe vardı. En kötüsü de hala başka efsanelere değinmesem de konuşamıyordum. O hiç susmayan kız artık tek kelime edemiyordu. Bağırmak çığlık atmak istiyordum bazen. Gerçekleşmeyen her şeye... Sesim çıkmıyordu. Kurduğum hayalleri geçtim de, gerçeklerin bu kadar acı olmaması gerekiyordu.
Düşündüm. Yüreklerimizi bir yapıp, dimdik ayakta duracak ve zalim bir kaderin inadına keçi gibi inatçı olacaktık. Böyle olmalıydık. Papatyalar dikecektik. Islak bir toprakta tohum olup yeşerecektik yeni sevdalara. Umuda yelken açacaktık, ümidimizi kaybetmek yerine. Bu hayatta en büyük acı aşk olmalıydı. Şimdi dev gibi acılara sahipken, aşkı bu kadar da yüceltmemeliydik gözümüzde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can kırıkları
Chick-LitBunlar ayağıma batan cam kırıkları değil, kalbime batan can kırıkları...