Fiş Düştü

145 12 1
                                    

*****************
Sen beni yenemedin. Çünkü ben, seninle oynamadım.
**************************

Okulda herkesin nöbetçi öğrenci olduğu bir gün vardır. Bazıları hiç sevmez nöbetçi olmayı. Bazıları ise "Obaaa derslere girmiyorum!" diye göbek atar. Ben, günler öncesinden nöbetçiliğim hangi derslere denk gelecek diye hesaplayanlardandım.

İki ders fizik, iki ders de matematikten yırtacaktım. Bundan daha güzel bir güne denk gelemezdi. Nöbetçi olmayı sevmemin tek nedeni bu değildi tabii. Sabahtan akşama kadar bütün beden eğitimi derslerine girip top oynuyordum. Hocalar beni ararsa da "Hocam, vallahi çok işim vardı, fotokopi çekiyordum sabahtan beri." gibi küçük tatlı yalanlar sıkıyordum. Kafalarını camdan çıkartıp beni sahada oynarken görmedikleri sürece sıkıntı olmazdı.

Nöbetçiliğin getirdiği güzelliklerden biri de yemekhaneye herkesten önce gidebilmekti. Çoktan yemeğimi almış oturmuşken insanların sıra kapmak için hurraaa koşuşturmalarını seyretmek çok keyifliydi. Kıtlıktan çıkmış gibi koştururlardı. Kimse beş dakika geç yemek yese ölmez; ama gel de anlat bu açlara bunu. Koşarken ayağını burkanlar, kıranlar, birbirlerini ezenler... Hayır, yiyeceğin yemek de tatsız tuzsuz yağlı bir şey. Değer miydi ayağınızı feda etmeye güzel kardeşlerim?

Tabii nöbetçiliğin kötü yanları da vardır. Özellikle de çömezseniz. Üst sınıflardan herhangi bir sınıfa girdiğiniz anda:

"Çorabın kaçmış!", "Saçın bozulmuş!", "Eteğin yamulmuş!", "Fiş düşmüş!" gibi laf atanlara aldanmamanız gerekir.

11-B sınıfı, ben sınıflarına her girdiğimde böyle laf atıyordu. Gün boyunca iyi idare etmiştim. Fakat son derste sınıf defterlerini almaya girdiğimde biri arkamdan "Heeey, fiş düştü!" diye bağırdı. İlk başta aldırış etmedim.

"Fiş düştü, fiiiş!" diye tekrarladı. Yine aldırış etmedim; ama "Ulan, acaba cidden düştü mü, ufaktan baksam mı?" diye düşünürken tekrar "Fiiiiş!" diye bağırdı. Hay, fiş kadar başına taş düşsün! Oltaya gelmiştim bu sefer. Etrafıma bakınarak yerde fiş aradım.

Tüm sınıf, sanki dünyanın en komik şeyi olmuş gibi gülmeye başladı. Sınıfın hocası da onlara katılarak "Sen aldırış etme. Bu onların eğlence anlayışı." dedi. Gülümseyerek sınıftan çıktım. Ama bu normal bir gülümseme değildi, "Sen misin lan bana gülen, hadi bakalım!" gülümsemesiydi.

Çıkar çıkmaz sınıf defterlerini bir kenara bıraktım ve "Fiiiiiiiiiiş!" diye höyküren kişiyi tespit etmeye çalıştım. Kim olduğunu görmemiştim; ama sesi Nesli'ninkine benziyordu, fazla kafa yormaya gerek yoktu. Birkaç dakika sonra aynı sınıfa geri girdim.

"Hocam, Nesli'yi müdür yardımcısı çağırıyor acil!" dedim. Sınıfta bir "Oooooo!" nidası koptu. Az önce kahkahalarla gülen yüzler yerini endişeli ifadelere bıraktı. Nesli, yüzünde "Ne oluyor lan?" ifadesiyle benimle beraber sınıftan çıktı. Tam müdür yardımcısının odasına girmek üzereyken "Şaka yaptım, bu da benim eğlence anlayışım." dedim ve oradan koşar adımlarla uzaklaştım.

Çıkışta bütün sınıf servislerin önünde beni bekliyordu. Bu sefer, "Cin olmadan adam mı çarpıyorsunuz!" gülüşümle yanlarına gittim. Hafiften de tırsmıştım tabii yalan yok.
"Sen bunu nasıl yaparsın?" Lafa bak, sanki adam öldürdüm.

"Ne var ne yaptım sanki?"

"Nesli'ye dokunmayacaktın. Çok yanlış yaptın."

Birader ben Nesli'ye dokunmadım zaten bütün sınıfa dokundum, şahsi algılamasın diyemedim tabii. Seksen beş kişi üzerinize yürürken bir şey diyemezsiniz. Hayır, ben size sizin anlayacağınız dilden cevap verdim. Siz de verebiliyorsanız aynı şekilde cevap verin. Ama yok. Hemen kaba kuvvet. Barbarlar sizi!

Dört bir yandan abluka altına alınmıştım. Her an gol gelebilirdi, çaresiz kalmıştım bu nedenle Nesli'den özür diledim ve tehlikeli atakları başarılı bir şekilde savuşturdum. Konunun kapandığını düşünerek kafam rahat bir şekilde eve gittim; ama daha yeni başlıyorduk.

Ertesi gün müdür yardımcısı ilk iş olarak beni odasına çağırdı. Meğer Nesli, müdür yardımcısının odasına girip "Hocam, beni çağırmışsınız?" demiş. Hocanın "Yoo, çağırmadım." demesi üzerine "Ben nöbetçinin yalancısıyım." diyerek fitili ateşlemiş.

"Anlat bakalım, neden böyle bir şey yaptın?"

Hocam, işte böyle böyle diyerek olayı olduğu gibi anlattım. Hoca, hiçbir şey söylemeden bana bakıyordu; ama güldü gülecek, zor tutuyordu kendini. Ben bir "Zuhahaha iyi yapmışsın!" tepkisi bekledim; fakat "Yalnız, sınıfın hocasına ayıp olmuş git özür dile." dedi. Haydaaaaa!

"Tabii hocam, dilerim." diyerek yanından ayrıldım.
Olaya bak ya, özür dileme şampiyonu olmuştum bir anda. Hayır, hocadan niye diliyorsam, olayın onla alakası yok ki o konu mankeniydi sadece diye söylene söylene sınıfın hocasının yanına gittim.

"Hocam, dünkü olaydan dolayı özür dilerim." dedim; ama yüzümde yalandan da olsa pişman olmuş ifadesi yoktu. Yaptığımla gurur duyuyorum; ama mecburen özür diliyorum ifadesiydi bu. Hoca da "Ben engel olmasam seni çok kötü döveceklerdi" demesin mi?

E zahmet olmuş. "Yok, bir de dövdürseydin!" bakışımla karşılık verdim kendisine. Ama sanırım benden bir teşekkür bekliyordu. Kısa bir sessizliğin ardından "Sağ olun hocam." dedim.

"Önemli değil çocuğum; ama bir daha yapma böyle şeyler bak karışmam yoksa!"

"Bak hoca, yeri gelir eyvallah der susarız, yeri gelir Allah der dalarız ona göre!" demedim tabii "Bir daha olmaz hocam, merak etmeyin, ehe ehe" dedim. Hocaya bak, adam toplayıp beni dövdürmediği için teşekkür ettim resmen. Var ya kesin gençliğinde çete lideriydi he. Üç beş leşi vardı. Biliyordu bu işleri. Yalnız hoca karışsa da karışmasa da bu 11'ler bana takmıştı artık. Bunun altında kalmayacaklardı, fırtına öncesi sessizlikti bu. Allah yardımcım olsundu.

Okulda DenemeyinizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin