Yükselen Yeni Şafak

704 92 123
                                    

Sert kayadan yontulan gri taştan yapılma merdivenlerde, genç kadının topuklu ayakkabılarının ritmik sesi yankılanıyordu. Kalenin en derinindeki zindanlara gelene kadar hiç kimse onu durdurmaya cesaret edememişti. Büyük kapıların önünde bekleyen askerlerse kadının yolunu iri bedenleriyle kapadılar.

Bu onun çoktan düşünmüş olduğu bir ihtimaldi. Söyleyecekleri, tıplı yapacakları ve dikkat edecekleri gibi önceden planlanmıştı. Beklenmedik bir durum olmadıkça her şeyin kusursuz ilerleyeceğini umuyordu. O beklenmedik olayın yaşanmaması içinse attığı her adımda dua ediyordu.

"Kralımızın izniyle buradayım. Bizi bir kaç dakika yalnız bırakmanızı emrediyorum. İşim bitince çıkacağım."

Kararsızlıkla birbirine bakan askerlerin önünde dikilmeyi bırakıp onlara yaklaştı ve burunlarının dibine kadar girerek feromonlarının alfaların dikkatini iyice dağıtmasını sağladı. Kafalarını karıştıracak bir başka şeyse, hipnoz edici sesiyle gül rengi dudaklarından dökülen kelimeler oldu.

"Sözümü dinleyin. Yoksa kardeşim size çok kızar. Unutmayın benim sözüm onun sözüdür. Ama onun aksine ben iyi oğlanları ödüllendirmekten hoşlanırım..."

Kızaran askerler boğazlarını temizleyerek hızla kadının önünden çekildiler. Keyifle dudakları kıvılırken adımlarını onun için açılan kapıya doğru attı.

"Aferin size. Şimdi bizi yalnız bırakın. Hemen!"

İçerideki askerler de teker teker hızlıca uzaklaştılar. Yürürken çıkardığı ritmik sesi sonsuz gibi hissedilen merdivenlerin en başından beri duyan ikili sessizce onu beklemişlerdi.

Kadın içinde hala yaşayan insan olan iki hücrenin tam arasında durdu. Sanki haftalardır yapttığı tüm planlar uçup gitmişti. Ezberlediği kelimeleri onu terk etmişti ve çıkacak herhangi bir kelime mühürlenmiş dudakları tarafından yarı yolda bırakılıyordu.

Belli etmemeye çalışarak boğazını temizleyip derin bir nefes aldı. Daha yüzlerini bile görmemişken bu kadar korkmamalıydı. Hissettiği korku muydu pişmanlık mıydı bilmiyordu. Onlardan korkuyor muydu? Evet, kendisine zarar vermek için gayet anlaşılabilir nedenleri vardı. Yaptıklarından, sebep olduklarından pişman mıydı? Her saniye.

Ancak şimdi burada bunları düzeltmek için vardı. En azından deniyecekti. Bir söz vermişti.

Ne de olsa artık yaşamayanlara verilen sözleri tutmak onlarla beraber hissetmenin en iyi yoluydu...

"Bana güvenmek zorunda değilsiniz. Sizin yerinizde olsam ben de bana güvenmezdim. Ama benim size güvenmekten başka çarem yok."

"Ne istiyorsun Rosalie?"

Bıkkın çıkan ses demir kapıların ardındaki yüce omegadan gelmişti. Sesi çok yorgundu, umursamaz ve sanki... Artık ölmeyi diler gibiydi.

Yine de genç kadın onu duyduğu için memnundu. Yaşadığı için memnundu. Hala çok geç değildi.

Karanlık hücrenin kilidinin açılma sesiyle Hyunjin kıvrıldığı soğuk zeminden sıçradı. Kocaman gözlerle yavaşça karanlığını aydınlatan ışık süzmesine doğru baktı. Yeniden götürülecekti. Muhtemelen Hoseok ve Alexis'in büyüsü tamamlanmıştı.

Bu kadar uzun sürmesi, kaderin onlara yaşayamaları için - eğer günlerce karanlık ve soğuk bir hücrede her an ölmeyi bekleyerek nefes almaya devam etmeye yaşamak denirse- bu zamanı lutfetmesi bile bir mucizeydi. Korkmadan gidecekti. Başını dik tutacaktı.

En azından denemişti. Bir esir olarak doğmuş Prens yine bir esir olarak ölecekti. Bu düşünceyle acıyla gülümsedi. Gözleri dolmuştu ama son ana kadar ağlamak istemiyordu. Çünkü son anında Chan'ına kavuşacağını biliyordu ve yalnızca o zaman yaşlarının akmasına izin verecekti.

Red Tears | HyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin