Elimdekileri bırakıp bulunduğum alanda birkaç adım atmaya başladım. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, doğrusu buranın neresi olduğunu bile bilmiyorum.
Bulunduğum alanı kocaman ağaçlar çevrelemişti, kaç dakika boyunca arabayı sürdüğümü düşündüğümde buranın şehir merkezinden o kadar da uzak olmadığını kavrayabildim sanırım.
Kuşlar ötmüyor. Belki de ben duyamıyorum. Galiba sağırım.
Önceki yılların coğrafya derslerinden tek hatırladığım şey doğada zehirli ve deriyi incitebilecek bitkilerin de bulunduğu. Aynı şu an bileğimi kanatan ot gibi. Sadece kanadığı için canım acımıyor.
Kan görmeye kimsenin göremeyeceği kadar çok alıştım galiba.
Gerçekten doğada duyulması normal olan sesleri şu an duyamıyor olmak ürkütmüyor değil. Benim bir şey bulma ihtiyacıyla bu ormanda ilerlemem daha da kötü.
Buraya neden geldiğimi düşünmek istemiyorum. Her zamanki sinir bozucu olan şeyler.
Bazı yerlerde ağaçlar o kadar sık ki güneş ışığının toprağa ulaşmasına bile izin vermiyor. Çok inatçılar diye geçirdim içimden. Hayat da bazenleri böyledir diye düşündüm. İnatçı. Sen ne kadar olmasını istesen bile yoluna yeni engeller çıkarıyor. Doğadaki bu görüntüden bu dersi çıkaracak kadar bazı şeyleri yaşamamış olmayı diledim.
Sahiden diledim, yaşamamayı. Komik çünkü. Neyse.
Acıyı dalgaya aldığında insanlar senin olgun olduğunu düşünüyorlar. Sanki o anki yaşananı takmadığını, hatırladığın vakit gülüp geçtiğini.
İnsanlar yanlış düşünüyor.
Acıyı çok görüp aynısını yaşamamaya yemin etmiş kişilerin geçici ağrı kesicisidir bu çoğu zaman. Aynısını yapmamış olan bilemezdi işte.
Gülüp geçmek değil, acıyı iyisiyle kötüsüyle gizlemeden yaşayıp hayata yine de devam edebilmek değil midir olgunluk?
Gayet mantıklı cümleler kuruyorum galiba, eski edebiyat hocam bu hallerimi görse beni daha çok sevebilirdi belki.
Ormanda ilerlemeye devam ediyorum lakin görmeye başladığım bazı şeyler beni ziyadesiyle rahatsız etmeye başlamıştı. Bakmamaya çalışmakta fazlaca zorlanıyordum.
İlerlemeye çalıştığım yol anında yanıma aldığım telefonun birkaç saniye ötmesiyle dakikalar sonrasında ilk defa bir ses duyduğuma şükrettim.
Bir mesaj gelmişti.
Minhodan. Komik.Bir yeni mesaj
"Neredesin?"Emin ol neredeyim ben de bilmiyorum lakin bilmek de istemiyorum zaten! Bana bir tek GPS cihazı takmadığın kalmıştı onu da yapsaydın bilebilirdin belki..
İlerlemeye devam etmek istiyordum ama bu alanlardan geçmek çok zordu, gerçekten zordu. Keşke bazı şeyleri kelimelerle anlatabilseydim şu anda. Görmeniz lazımdı.
Biraz duraksamak istedim ve dümdüz duran bir ağaca yaslandım. Bulunduğu alandaki her şeye rağmen, bazen yanındaki ağaçlar yüzünden güneşten gelen o ışığı alamamasına rağmen dimdik duran bir ağaç. Çok hoştu bu, kimimizin yapmak isteyip de yapamadığını yapıyor bazı varlıklar.
İçimden düşündüm acaba şu an hava soğuyor mu soğumuyor mu diye. Ama kendime cevap vermedim çünkü üşümeye başladığımı biliyordum ama bunu kelimelere dökersem tedirginlikten ölebilirim. Ölmek için şu anlık erken. Şu anlık.
Bunca dakikadır geçtiğim yolu kendi hayatıma benzetmek gibi bir yanlışta bulunmam gerektiğini hissediyorum.
Ormana ilk girişim herhalde doğum anım olurdu. Zira sürekli bir sorgu çaba içerisindeydim. Doğum anımda bile ben bu hayata neden geldim diye düşündüğüme yemin edebilirim. Çünkü hatırlayabildiğim en eski vakitte bile kendime her gün sorduğum soru buydu. İyi kötü nedenlerle, belki ağlarken, belki derslerde öğretilen şeylerde hep bunu düşündüm. Neden buradayım? Amacım, görevim ne?