Acı.
Dünya üzerinde iki tür acı olduğuna inanırdım. İlki fiziksel acıdır; canını yakar, tenini kanatır, bedeninin kıvranmasına sebep olur ancak gerçektir ve geçicidir. Baktığında görürsün, elini uzattığında parmak uçlarını kana bularsın, kanın o kendine has dokusunu vücudunun en hassas noktalarından biri olan parmak uçlarında hissedersin, kokusunu burnunun derinliklerinde duyar; tüm duyularınla varlığının farkına varırsın. İkincisi ise ruhsal acıdır; göremezsin, duyamazsın, koklayamazsın sadece ruhunun kilitli kapılarının ardından kapılarına gelen tekmeleri hissedersin.
Bu acılardan fiziksel olanı aslında birçok insan tarafından katlanılabilir olarak ele alınır. Acının yerini tespit edebilir ve ona göre gerekli tedbirleri alabiliriz. Ancak ruhsal acı için yapılabilecek herhangi bir şey yoktur. İnsanoğlu bunun farkında olmasa da aslında kendisini göremediği hislerin varlığından korumaya almıştır.
İçimizde sebebini bilmediğimiz bir ruhsal acı varsa; onu nasıl iyileştirebileceğimizi çoğu zaman bilemeyiz. Kalbimiz mi yoksa beynimizin bizim için oynadığı bir oyun mu olduğu konusunda kararsız kalırız. Ne yapacağımızı, ne hissedeceğimizi kestiremez; büyük bir boşluğun içine düşeriz.
İşte şimdi ruhumun derinliklerinden gelen bu acı beni öylesine büyük bir boşluğa düşürmüştü ki ne söylemem gerektiğini, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Boşluktaydım.
Kaybolmak, ruhumun derinliklerinin içine çekilerek başıma gelen bu amansız acıyı kapatmak istiyordum. Parmaklarım bacaklarımdan süzülen kanın üzerinde gezerken, ruhumun içinde bırakılan derin yaranın yerinin asla kapanmayacak olduğunu biliyordum. Yağmur damlaları odamın penceresini kırmak istercesine çarparken, tenimde bırakılan izlerin yaratmış olduğu yıkımın geçmeyecek olduğunun bilincindeydim.
Odamın içinde bulunan diğer pencerem tam kapanmadığı için açıldığında yüzüme vuran yağmur damlaları günahkarlığımı adeta bana haykırırken; tenimde bıraktığı her damla ruhumda geri dönüşü olmayan yaralar açmaya devam ediyordu. Rüzgar her damlayı tenime kazırken; siyah bir elin kalbimi sıkmaya başladığını hissediyordum.
Nefes alamıyordum, sesimi çıkartamıyordum.
Tenimdeki her iz, geçtiği yerleri yakmasına rağmen ruhum üşüyor, bedenim acının tenimde bıraktığı izi takip ederek ruhumu öldürüyordu. Fiziksel acının, ruhumdaki acıya eklenmeye başladığını hissediyordum. Canım yanıyor; tenimdeki kan, yağmur damlaları ile birlikte ayaklarıma doğru süzülüyordu. Gözlerim yağmur damlalarına karışan kanın görüntüsünde takılı kaldığında; aklımdan geçen tek düşünce, ruhumun geri dönüşü olmayacak bir şekilde kirlendiğiydi.
Ve gelecek son bulmuştu.
Karanlığın güncesinden;
Karanlık.
Birçok insanın korkusudur. Kaçmak istediği, tek başına olmak istemediği bir dünyadır.
Benim için ise adım.
Karanlığın çocuğuydum ben.
Doğduğum ilk anda ruhunu ve gözlerini karanlığa açmış bir bebektim.
Sevmeyi, korkmayı, ihaneti...
Tüm duyguları karanlıkta öğrenmiştim. Tıpkı onunla tanıştığımda da karanlıkta olduğum gibi.
O kadar kendinden emindi ki; ona bakarken düşünebildiğim tek şey, onun gibi olmak istediğimdi.
Diğer çocuklar gibi beni hor görmemiş, aşağılamamış, yadırgamamıştı. Karanlığı sevdiğim için benimle dalga geçmemişti. Beni anlamaya çalışmıştı.
Kendimi kandırdığımı ise çok kısa bir süre sonra öğrenmiştim.
Hiçbir zaman için beni sevmediğini, benimle olmak istemediğini anladığımda dört yaşındaydım. Renklerin en canlısının ona ait olduğunu, bana ise sadece renklerin karanlık kanatları kaldığını, kalbimin, ruhumla birlikte parçalara ayrıldığını hissettiğimde, istediğim tek şey intikamdı.
Benden aldığı her şeyi elinden almak istiyordum. Annesini, babasını, arkadaşlarını ve sevdiği kızı...
Bunun için ise çok uzun zamandır beklemekteydim.
Tüm bu bekleyişlerim ise sonunda meyvesini verdi ve ben bana ait olanları tekrardan almak için harekete geçtim.
Bana yaşatılan tüm acıların intikamını alacaktım. Bir gölge gibi arkasında olacak, onu kendi renkleri ile vuracaktım. Onun renklerini de kendi karanlık renklerimin içine hapsedecektim.
Ben karanlığın çocuğuydum!
Ben karanlığın çocuğuyum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Renkler (KİTAP OLDU)
JugendliteraturYağmur damlaları, tenimde derin izler bırakırken; vücudumdaki kanı da alıp götürüyordu. Gökyüzü karanlığın pençesine saklanmış, ruhumu kendi elleri ile karanlığın içine hapsediyordu. Elimi kaldırarak yağmur damlalarının tenimde bıraktığı hisse kendi...