ŞEHADET - Vatan için / 10

866 85 9
                                    

OLCAY

Kimileri, geçmiş ile geçememişi birbirine karıştırırdı. Oysaki ayrımı öyle kolaydı ki. Geçen iz bırakırdı her zaman, geçmeyen her ne varsa yara...

Zihnimin en derinlerindeki anılar telaşlıydı. Çocukluğum, gençliğim, babamsız geçen her anım içimde bir yerlerde yara kalmıştı. Bunun sızısını nefes aldığım her an hissedebiliyordum. Onunla yaşamayı öğrenmiştim. Daha doğrusu öğrendiğimi sanmıştım. Girdiğimiz mahalle, geçtiğimiz sokaklar, köşedeki fırın, durduğumuz sitenin önü... Sanki yaram tüm bunlarla beraber tekrar açılmış ve nefes almak ıstırap halini almıştı. Hele de o yaralarıma tuz basan ıhlamur kokusu yok mu? İşte en çok o canımı yakıyordu. Her şey uzaktan ne kadar kolaymış...

"Gelmiyor musun?"

Son bir saat içinde ikinci kez yöneltilen soruya, geldiğimi belli eden bir baş hareketiyle cevap verdim. Konuşmaya takatim yoktu ve kalan son bir enerjim varsa onu eve saklamak istiyordum. Çünkü orada beni bekleyen acı, yaşadıklarımın yanında hiçbir şeydi. Babamdan sonra ilk kez o eve adım atacaktım. Dönüm noktamdan sonra ilk... Daha önce bizimkilerle hep sağda solda görüşmüştüm ama bugün, bundan kaçışım yoktu.

Hatıraları zihnimde dizginlemeye çalışarak peşinden ilerledim. Yıllardır değişmeyen sitenin güvenlik görevlisi, Doğukan'ı görür görmez, havanın soğuğuna aldırmadan dışarı çıktı. Göbeğini öne çıkaran montunun fermuarını çekerken "Hoş geldin evlat," dedi tedirgin bir sesle. "

"Ters bir şey mi oldu? Gülsüm Abla nasıl?"

Bu samimiyeti, babamın nefes aldığı günlerden geliyordu. Buraya ilk taşındığımız gün, yeni evli bir delikanlıydı. Gel zaman git zaman babamla yakınlaşmış, ardından aileden biri haline gelmişti. Babam görevdeyken annemin her ihtiyacına ilk koşanlardan olurdu. Babamın cenazesinde ön saflardaydı. Hatta mezara indirip, toprak atanlardan biriydi. Onun ve eşinin bizim üzerimizde bile çok emeği vardı. Kendi evlatları kadar çok...

"İyi olacak inşallah."

Bu inanca katıldığını belli eder gibi başını salladı. "Olacak tabi. O koskoca-" Göz göze geldiğimiz an cümlesini devam ettiremedi. İlk anda alnı şaşkınlıkla kırıştı. Sanki orada olmamı beklemiyordu ya da doğru görüp görmediğinden emin değildi. Kim bilir beni en son bu bahçede ne zaman görmüştü. "Olcay?" Tereddütlü bir seslenişten sonra, tüm karanlığa inat yüzü aydınlandı. Hasret dolu bir bakış attı. "Olcay. Aslanım." Göz açıp kapayıncaya kadar yanıma gelen adam bir anda beni kolları arasına aldı. Karşılık verip vermemek arasında kararsız kalsam da ellerimi sırtına yerleştirdim. "Şükürler olsun," derken ki sesi, haberleri izlediğini gösteriyordu. "Yaşıyorsun." Sarılmasını yarıda kesip ellerini kollarıma yerleştirdi. Hala orada olduğuma inanamıyor gibi kollarımı sıkıyor, gözleri ilmek ilmek bedenimi tarıyordu. Boyu benden daha kısa olduğu için başını yüzümü göreceği şekilde havaya kaldırdı.

"Çok şükür yaşıyorsun!"

Cevap vermeme bile fırsat vermeyen adam, buğulanmış gözleriyle tekrar sarıldı. O an Doğukan'la bakma ihtiyacı hissettim. Dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Ona baktığımı hissedince bakışları daha canlı bir hal aldı. O kadar... İkimizde temastan hoşlanmazdık ama asparagas bile olsa şehit haberinden sonra bu tarz sarılmaların kaçınılmaz olduğunu bilecek kadar çok ölüm görmüştük.

Şu anda beni bu kollar arasından ayırabilecek hiçbir güç yoktu.

Sırtımı acıtmayacak birkaç vuruştan sonra burnunu çekerek geriledi. "Allahıma çok şükür," diye sayıkladığını işitiyordum. Konunun değişmesini umarak "Nasıl gidiyor Faruk Abi," diye sordum. Kaz ayaklarını avuç içleriyle sıyıran adam "Bildiğin gibi," dedi. Neyi bildiğimi unutacak kadar uzun zaman olmuştu görüşmeyeli.

ŞEHADETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin