und sing dabei von dir

225 37 95
                                    

sahile inen patikayı koşarak aştıktan sonra bir çırpıda soyunmaya başlayan bedenle duraksadım. üstünden çıkardığı kısa kollu gömleği ve kot pantolonu bez çantasının yanına gelişigüzel fırlattı; ellerinden birini yumuşacık görünen saçlarına daldırıp birkaç kez karıştırdı, ardından geriye doğru yatırmaya çalışsa da inatçı kıvırcık tutamları gözlerinin üstüne süzüldü.

hava serin ve pusluydu.

sarı şortu ve kocaman gülüşüyle gözlerimin içine bakıp avuçlarımızı iç içe geçirdi, parmak uçları elimin sırtında yumuşak tavırlarıyla hareketlendi durdu.

üstümdekileri çıkardıktan sonra birlikte suya girdik, yavaş yavaş adımlıyor ve suyun belimde sekerek yükselmesini izleyip ayak parmaklarımı içe kıvırıyordum, tabanlarım ufak taşlarla karışık ıslak kumları eziyordu. suya dalıp çıktı, saçlarını kulaklarının ardına sıkıştırırken gerilen kürek kemiklerine baktım.

"nasıl hissediyorsun?" diye sordu bana dönerek adımlarına son verdiğinde.

"jeongguk," diye fısıldayıp çenesine süzülen su damlalarını izledim. beklentiyle berraklaşan gözleri yüzümü arka arkaya turlarken yeniden ismini sayıkladım.

kaşları çatıldı, duygu karmaşası endişeyle son buldu ve bana doğru yaklaşıp ıslak ellerini kuru dirseklerime yasladı. esen meltem yalnızca alnımı değil, boynumu, kulaklarımın altını, jeongguk'un parmaklarının değmediği her hücremi yakıyordu fakat bana dokunduğu noktalarda can buluyordum.

"sorun ne?" diye sordu kafa karışıklığıyla.

başımı iki yana sallarken konuşmama izin vermeden yanaklarımı avuçları arasına aldı. "hyung," diyerek şaşırmama neden oldu. "iyi misin?"

gülümsememe engel olamadığımda ise büyük oranda silinen endişesi, henüz tam anlamıyla kaybolmamıştı. "ismini seviyorum," diyerek yanağıma yaslı avcunu tuttum.

nefesini üflerken benden uzaklaşıp hızla suya vurdu. "beni korkuttun!"

"üzgünüm," dedim. "benden uzaklaşma."

alt dudağını dişlemeye başlarken yeniden kıyın kıyın bana yaklaştı. avcuna doldurduğu suyu kaldırıp omzumun üstüne bıraktı, bunu birkaç kere tekrarladığı sırada omzuma çıkana kadar kapalı parmaklarının arasından damlayarak azalan sulara aldanmadı. iki elini de suya sokup saçlarımı geriye doğru ittirdi, avuçlarına doldurduğu suyla yüzümü ıslattı; ılık ılık esen rüzgâr yüzünden tüylerim havalandı ve içimin gıdıklandığını hissettim. parmaklarım çıplak bileklerini bulurken dokunuşumla belli belirsiz titrediğini gördüm.

"söyleyene bak," diye homurdandı. "beni sinirlendiriyorsun."

"üzgünüm." kaşları çatıldı söylemime karşın. "üzülme, beni bir daha o kadar endişelendirme yeter. ölecek gibiydim."

eylül ayının ilk haftası, aldığım her nefeste bu kasaba, uçsuz bucaksız görünen okyanus ve yaşadığım dört duvarın altında kalıyormuş gibi hissetmiştim—sıkışmış ve boğuluyor gibiydim, bu yüzden soluğu küçüklüğümden beri kaçıp durduğum tepecikte aldım.

tırmandığım kayalıklardan sarkıttığım ayaklarımı yavaşça sallarken désarpa'nın sisli göğünü izliyordum, başkaları için iç karartıcı sayılan bu havası olmasaydı ne yapardım bilmiyorum.

"her yerde seni aradım," diye fısıldayan kırık sesi işittiğim an irkilmiştim, hızla arkamı dönüp dolu dolu ışıldayan gözlerine baktım. dudaklarım birkaç kez bilinmezlikle aralandığı gibi yine bilinmezlikle kapanmış, omuzlarım yorgunlukla çöküvermişti.

winter 눈Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin