başlangıç ve son

750 70 81
                                    

uzay kadar karanlık, ıssız bir ormanda sallanan ağaçlar kadar hırçın gecede genç çocuk yapmak üzere olduğu şeyi kafasında tartıyordu. aradan neredeyse bir yıl geçmişti ruhunun en güzel, en çiçekli ve en neşe dolu parçasını kaybedeli. o zamandan beri parmak uçlarından en ufak bir nota, dolgun dudaklarından tek bir kelime dökülmemişti.

lakin bu gece, ona hayatının en güzel dönemini kaybettiği geceyi hatırlatıyordu. o gece son kez öptüğü, son kez kokusunu içine çektiği ve son kez melekleri kıskandıran sesi, pürüzsüz yıldız kondurulmuş teni ile karşısında ağlayan sevdiğini anımsadı. dudakları titremeye başlarken, şekilli parmaklarını önünde ki uzun aradan sonra çalacağı piyanonun üzerine yerleştirdi. parmakları dahil bütün vücudu titriyordu. içinde ki heyecanı ve ağlama isteğini geri itip ona sevdiğini hatırlatan parçayı çalmaya başladı. melodiler parmak uçlarından dökülürken genç çocuk ağlamaya başlamıştı bile. mariage d'amour ondan öğrendiği ilk parçaydı. her şey bu parçayla başlamıştı onlar için.

bozuk, kırık dökük bir harabeyi bu parçayla tamir etmişti bir usta edasıyla. hareketlerinin binlerce sonucu olduğunu bilmesine rağmen günden güne hayal dünyasının daha çok içine çekmişti kırık çocuğu. ilk bakışta değildi belki ama ilk melodideydi, bunu içten içe ikisi de biliyordu. fakat bu melodiyi fazla çalmıştı tamirci çocuk. o kadar fazla çalmıştı ki, karşısında ki kırık dökük oyuncak bir anda dünyanın en değerli hazinesinesine dönüşmüştü.

parçanın bitişiyle ellerini elektrik çarpmışçasına büyük bir hızla piyanonun üzerinden çekti genç çocuk. deli gibi ağlıyordu ve bu ilk değildi. sanki hala buradaydı, hala parmakları onu parmaklarının üzerinde ona bu parçayı öğretiyordu.

kafasını çevirip salonunu süzdü.

kimse yoktu.

genç çocuk deli gibi ağlarken önüne bulduğu ilk kalem ve kağıdı çekip yazmaya başladı. günlerdir ertelediği şeyi artık yapmalıydı çünkü çok fazla vakti kalmadığını biliyordu.

"seninle ilk karşılaşmamız filmlerde olduğu gibi ya da kitaplarda okunan o sahnelere benzemiyordu. ne sen kitaplarını düşürdün, ne de ben senin arabanın önüne atladım. klasik arkadaş buluşması da değildi. bizim tanışmamız mezarlıkta gerçekleşti. belki de iki kişinin sohbete başlayabileceği en kötü yerdi. mezarlıklar soğuk, ürkütücü ya da sessiz olarak adlandırılsa bile benim mezarlıkları tıpkı sana aşık olduğum kadar aşık olduğumu biliyorsun, benim için mezarlıklar geride kalmışları hayatta tutan tek yerdi. ve ne kadar çok kişiyi geride bıraktığımı da biliyorsun.

seni ilk gördüğümde saçların kırmızıydı.

inan bana mezarlığın ortasında kahkaha atmak istemiştim. yanlış anlama, yaklaşık 2 ay sonra tek bir saç teline bile zarar gelmesinden sakınan, her sabah özenle onlara dokunup, öpüp aşık olduğumu biliyorsun. ama ne bileyim, ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordum. benim etrafımdaki insanlar ruhsuzdu çünkü, senin aksine sadece siyaha sığınırlardı.

gariptin ve ilgi çekiciydin.

mezarlığın en köşesinde oturmuş defterine bir şeyler karalıyordun. üzerinde sadece siyah beyaz çizgili bir uzun kollu ve siyah bir hırka vardı. ocağın ortasında tüm o karların arasında oturmuş kırmızı saçların ve kızarmış burnun ile gözlerimi parıldatıyordun. yanına gelip konuşmak istemiştim hatta. güldüğünü duyar gibiyim ama bu doğru. fakat siyaha bürünmüş ruhum ile gelip senin güzel renklerini güzel avuçlarından almak istemedim. şu an da alayla güldüğünü duyar gibiyim. evet senin bütün renklerini sömürüp, sana sadece siyahı bıraktım. biliyorum. hatalıyım.

anlat ona, taegyu ✓  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin