1. "Telefon"

22.1K 314 11
                                    

Olmak ya da olmamak!

Yaşamak ve ölmek arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizginin sizden bekledikleri ile sizden istedikleri arasında ise çok daha kalın bir çizgi bulunur; ya varsınızdır ya da yoksunuzdur. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Belki de doğru söylemiştir Shakespeare; tüm mesele olmak ya da olmamaktır, bilmek ya da bilmemektir, bütün doğruları. Hangisinin haklı hangisinin haksız olduğunun bilinmemesi ise ironi bir olaydır belki de.

Tüm yaşantım boyunca neşeli bir hayat yaşamaya alışmış, hiçbir şeyi kafama dert etmek zorunda kalmamış, hayattan tek beklentisi iyi bir üniversite olan genç bir kızken; tüm hayatımın bambaşka bir yol alması demek sadece romanlarda olur adlı bir alt yazıyla benim başıma gelmesi oldukça ironikti.

Hiçbir zaman için her şey olmamıştım. Belki de ikisi de aynı anlama geldiği içindi. Kendimi insanlara karşı açmakta hep bir sıkıntı yaşamıştım. Güven duygusu içimde bir yerler de ben çok küçükken bedenimi terk etmişti. Hiç kimse benim için her şey olamamışken, hayatımın böyle olmasını beklemenin sadece saçmalıktan başka bir şey olmadığını anlamakla çok iyi yaptığımı düşünmüştüm bir süre sonra. Şimdi ise sadece soğuk duvarların ardında yaşayan ailesiyle tüm bağını kopartmakla sınırlandırılmış biriydim yalnızca.

Güneşli havalardan hiçbir zaman için haz etmemiştim.

Güneş demek; arkadaş demekti.

Güneş demek; dışarıda yapılan mutlu arkadaş toplantıları demekti.

Güneş demek; deniz, kum, huzur demekti.

Ben ise her zaman evin içinde o soğuk duvarlar ardında kapalı kalmayı amaçlamış, derslerine çalışmış ve annesini üzmemek için hiçbir hatayı hayatında barındırmamış biriydim. O yüzden güneş bana haramdı. Ben zaten karanlığa alışmıştım. Soğuk duvarlarla, bedenini titretecek kadar soğuk güvensizlik hissiyle sarmalamıştım bedenimi.

Kendimi anlatabilmem için sadece bunlar yetmezdi belki de ama sadece bu şekilde anlatabilirdim. Ben soğuğun kızıydım. Doğduğum ay, adım, her şeyimle soğuktum; sonbahardım ben, sarıydım. Hataydım belki de...

Kim bilebilirdi ki, genç bir kızın içinde olacak olan fırtınaların daha o dünyaya gelmeden önce bedenine işleyeceğini, adını soğuğa bırakacağını?

"Hazan! Neredesin?"

Bir de benim zıttım, annemin biricik arkadaşının kızı, benden üç yaş büyük olmakla birlikte benden daha çocuksu davranan Ülkü vardı. Hayatı boyunca ailesi tarafından şımartılmıştı ve kendisiyle oldukça iyi anlaşmam ise ironi bir kişiliğimin olduğunu açıkça belli ediyordu. Annemden sonra sevdiğim tek kişiydi. Ne kadar çılgın ve çenesi düşük olursa olsun; onu çok seviyordum. Benim için yeri çok farklıydı ve her ne kadar bunu belli etmesem de bunu çok iyi bir şekilde biliyordu. Beni benden iyi tanıyordu. Bu da onunlayken neyi isteyip neyi istemediğimi söylemek zorunda kalmamamı sağlıyordu.

"Odadayım!"

Ülkü, tüm güzelliği ile içeriye girdiğinde yüzünde içten bir gülümseme vardı. Sarı saçları dalgalar halinde belinden aşağıya doğru dökülüyordu. Mavi gözlerinin etrafına yaptığı o koyu göz makyajı gözlerinin rengini daha da açığa çıkartmıştı. İnce bedeni, muhteşem fiziği ile birçok kadını kıskandırmakta üstüne yoktu. Erkeklerden ise elini ayağını çekmiş; tek derdi gerçek aşkın peşinden gitmek olan bir kişilikti. Her ne kadar birbirimizin zıttı olsak da bir o kadar da benzeriydik.

"Ben gidiyorum, bir şey istiyor musun?" dedi gözlerini kısarak bana bakarken. "Ayrıca, o elinde tuttuğun şey de ne?"

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Kitap olabilir mi acaba?"

Karanlık Renkler (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin