Sıcak havalardan oldum olası nefret etmişimdir. Pantolon giyemiyorsun, ter kokuyorsun ve nefessiz kalıyorsun. Bunlar eziyetler listesinin en başında gelenlerden olabilecekken insanların bunları sevmesi çok garip. Oflarken uzun kollumun yakasını çekiştirdim. "Sikeyim, çok sıcak..." Kendi kendime mırıldanırken arkamda oturan kişinin elini hissettim.
"Selam." Göz devirdim ve elimi kendime çekip saçımı arkadan toplayarak havaya kaldırdım. Enseme esen rüzgar biraz olsun iyi hissettirdi. "Nasılsın?" Kulağıma doğru fısıldadı ve iki parmağının arasına sıkıştırdığı kağıdı bana uzattı. "Benimle hiç konuşmayacak mısın cidden?" Derin bir nefes verdim ve elindeki kağıda uzandım ama o anında çekerek ona dönmeme sebep oldu. "Selam." Yutkundum ve gereğinden fazla yakın olduğumuzu anladım. Klişe. "Selam." Sonunda benden cevap almak onu tatmin etmişti ki gülümsedi ve kağıdı elime koydu. Yüzüklerinin soğukluğunu parmaklarımda hissettiğimde tüylerim ürperdi. Ucube.
Önüme döndükten sonra kafamı masaya yasladım ve tişörtümü üstten hafifçe açıp içine üflemeye başladım. Tanrım, bu hava biraz daha sıcak olamaz mıydı? Elimde ki kağıt yere düştüğünde varlığını tekrardan hatırladım ve hızlıca yere uzandım. "O ne?" Bir anda duyduğum ses yerimde sıçramama sebep olmuştu. Sinirle kafamı kaldırıp yanımdaki basketçi haine baktım. Göz göze geldiğimizde yutkundu ve kendini geriye çekti. Kısılmış gözlerle ona bakıyordum. "Sana ne!" Yüzüne doğru tısladım ve önüme dönüp kağıdı açtım. Arkamdan gelen gülüşmeleri duyduğumda Mike ve Eddie'nin kısa iletişimimize şahit olduklarını anladım.
Çalan zille ayaklandım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Diğer herkes oturuyordu ve hoca bana garip garip bakıyordu. "Anya?" Zil tekrardan çaldığında kaşlarımı çattım. "Zil daha çalmadı farkındasın değil mi?" Yutkunarak kafamı salladım ve elimdeki kağıdı çöpe atıp yerime geçtim. Siktir. Diğerleri çok takmasa da o gece evde olanlar bir boklar döndüğünü anlamıştı. Derin bir nefes aldım ve Eddie'ye döndüm. "Ne istiyorsun Munson?" Kağıda yazdığı şeyi kast ettiğimi anlamış gibi sırıttı. "Sadece dediğimi yap, mayasız bira." Göz kırptı ve o tanrısal sırıtışıyla geriye yaslandı. Gözleri tahtaya döndüğünde bende kendi önüme döndüm ve küçük bir gülümseyişi engellemeden yüzümde belirmesine izin verdim.
Öğle arasına çıkmamıza üç dakika vardı. Herkes çoktan dağılmıştı bile. İki ders önceki Edebiyat dersi aklıma geldiğinde yerimde huysuzca kıpırdandım. Eddie... Aklımı her defasında çelebiliyordu.
Bizim okulda edebiyat dersleri karma şekilde olurdu. Aynı kelebek sistemi gibi. Ve bizim ekibin çoğunluğu artı Eddie'de aynı sınıftaydı. Genelde haftanın en çekilebilir saatleri olurdu ama artık o kadar da çekilebilir değildi. Biz, istemeden bölünmüştük.
Max depresyondaydı, Lucas zorbalıktan bıktığı için popülerliğe yöneliyordu ve Dustin ile Mike'ta D&D saçmalığı ile uğraşıyorlardı. Ama genel olarak onlarında pek görüştüğünü söyleyemezdim. Bense, her zamanki gibi kendi kabuğumdaydım. Kendimi herkesten soyutlayıp, tek başıma takılırdım. Depresyon değildi bu. Bir nevi ötekileştirmeydi. Kendini geri plana atmak...
Eleven ile arada sırada mektuplaşıyorduk ama Will ile sürekli etkileşim halindeydik. Her hafta mutlaka mektuplaşır ve telsizle konuşurduk. Jonathan ileyse üç hafta önce kavga etmiştik ve o zamandan beri bir daha hiç konuşmadık. Ne o, ne de ben. Bu beni huzursuz ediyordu. Onu seviyordum ama bazen cidden katlanılmaz oluyordu. Tam bir baş belasıydı. Nancy ile birbirlerini neden seçtiklerini daha iyi anlıyordum. Bu arada, Nancy demişken o da kendi kariyerine yönelik çalışıyordu. Okulun gazete bölümündeydi ve başkan olmamasına rağmen başkanlık yapıyordu. Açıkçası kimse bundan rahatsız değildi. Zaten olamazlardı da...