Hani bir tavan arasına sıkışmış kalmış da hayatın, durup durup "o da olmayabilirdi" diyerek bitirirsin her bir günü. Yaşamak, temiz su içmek, barınmak... evet belki herkes elde edemiyor ama nihayetinde lüks olan bir şey değil hiçbiri, insanın en temel ihtiyaçları. Küfür kıyamet geçen günün ardından sonunda başını bir yere koyabildiğinde aniden sorgular halde buluyor insan kendini. Yaşanan her şeyden daha kötüsü olabileceği gerçeğiyle korkutuyorsun kendini. Pes etmemek için küçük bir bedel, yatağının altına süpürdüğün henüz yaşanmamış felaketlerin korkuları. Her gece yatağının altından çıkıp kulağına fısıldasınlar diye onlarla anlaştın. Peki ama niye? Neden ittire ittire yaşar bir insan? Niye uçurumun kenarında kendi ensesinden kendini yine kendi çeker?
Kimse sana doğmak isteyip istemediğini sormadı. Kimse bu her gece küçümseyerek bastırmaya, varlığından kurtulmaya çalıştığın sorunlarla yaşamak istememeni umursamadı.
Sıradan bir gece yine yatağımın altındaki canavarlar yerlerinden fırladılar. Kulağıma değen kokuşmuş nefesini hissettim. Hep hissederdim. Ama bu gece başkaydı. Başka bir ağır geldi. Burnumun sızlamaya başladığını hissettim. Parmaklarım pikemin içine gizlediğim tavşanımın artık aşınmış, kopmayadurmuş minik koluna sarıldı. Olabildiğince sıkı tuttum. Ağlamamalıydım. Alt kattaki asıl canavarlar duyarsa her şey şu an olduğundan daha beter olurdu, biliyordum.
Başımı yana çevirdim. Bir elimle açıkta kalan kulağımın üstünü kapatmaya çalıştığım sırada vücudumun titremeye başladı. O lanet canavar halime acımadı. Ona da kızamıyorum aslında. Yaptığı tek şey verilen emri yerine getirmek. Yine de "Şükretmelisin ki nefes alıyorsun..." diye başladığında dayanamayacak duruma geldim.
Nefes almak isteyen kim sanki?
O duruma yalnızca birkaç dakika dayanabildim. Titremem azaldı ama son bulmadı. Her gece bir şekilde uyuyakalarak katlandığım bu eziyete bu sefer dayanamadım. Uyumayı yeterince denememiştim ama deneyemeyecek kadar iyi hissediyordum, bu gece bana uyku yoktu.
Artık bu şekilde yaşayamazdım. Dayanacak takatim kalmamıştı. Kendimi tırnaklarımı kemirmekten zorla alıkoyuyordum belki ama her sabah bir avuç saçı çöpe atarken nefesim daralıyordu. Bu evde yaşamak beni daraltıyordu, boğazımdaki eller oradan ayrılmadıkça kafayı yiyecektim. Belki de çoktan yemiştim hâttâ.
Yataktan çıktım. Çalışma masama yalnızca iki adımda varıp sandalyenin sırtına astığım ceketi çekip aldım, kollarımdan geçirdim. Komidindeki telefonumun arkasına biraz para sıkıştırıp en sessiz şekilde kapıyı açtım. Koridor karanlıktı, salondan gelen hiçbir ses de olmadığına göre herkes çoktan uyumuştu. Zaten çok geçe kalmazlardı, erkenden uyanıp bana cehennem ızdırabı çektirmek için işe koyulurlardı. Sessizliğimi korumaya devam ederek koridoru adımladım. Dış kapının yanındaki ayakkabılıktan ayakkabılarımı ve vestiyerden anahtarımı aldıktan sonra yine olabildiğince sessizce çıktım evden. Dış kapıyı kapattıktan sonra ancak o zaman eğilip ayakkabılarımı giyebildim.
Binadan sessizce ayrılıp mahallenin sonuna doğru yürüdüm. Evden çok sık habersiz çıkmazdım. Zaten çıkamazdım, yasaktı. Cici oğlan olmak zorundaydım. Ders çalış, ye iç yat. Normal ol. üniversiteyi bitirip bir kadınla evlen, çocuk yap. Onları geçindirmeye çalışmakla ömrünü harca ve olabildiğince sefil vaziyette öl ki herkes çok çabaladığını bilsin. Ailemin bana layık gördüğü hayat bundan ibaretti. İçime doğan sıkıntıyla birlikte göğsümdeki ağrı arttı. Düşüncesi bile beni can çekiştiren bu hayatı yaşamak istemiyorken çoktan yolu yarılamak üzereydim.
Mahallenin sonuna varınca gecenin bir yarısı bomboş olan meydana kısaca bir göz gezdirdim. Neredeyse ışığı yanan daire bile gözükmüyor denebilirdi. Burası genellikle beyaz yakalıların ve deli gibi çalışmak zorunda olan tüm memurların oturduğu bir bölge. Böyle bir bölgede bu saatlerde açık bulabileceğiniz tek yer ise 7/24 marketlerdir. Işıkları yanan markete doğru devam ettim. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Bir dondurma alıp marketin kapısındaki birkaç masadan birinde biraz dinlenirdim. Sonunda da mecburen kalkıp o eve geri döner, kaldığım yerden bir ucube gibi yaşamaya devam ederdim. Hep yaptığım gibi nefes alamayarak bile olsa sırf birileri istiyor diye yaşayacaktım. Ne aciz bir hayat... sık sık birilerinin bana acıdığına şahit olurdum. Artık o üzerime dikilen anlık acıma dolu bakışlar beni incitmiyordu. Hatta artık daha derin düşünmeye başladım bu konuda, dinleyin. Eğer hayatımı acıyacak kadar güç buluyorlarsa eğer bana acıyacak kadar iyiyse hayatları o halde neden hiçbiri elimden tutmadı da hak ettiğimi düşünürcesine beni bu korkunç canavarların arasında bıraktılar? Açıkçası hepsi de evimdeki canavarlardan farksız korkunç ruhlara sahip iki ayaklı yaratıktan ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ütopya, jeongsung
FanfictionHer gece yatağının altından fırlar Kendi öğütlediğin canavarlar