Düşüncelerinde kaybolmak aslında bir kaçıştır insan için, binlerce durumu değerlendirip bir çıkış aramaktır. Ancak sonuca ulaşamamak, ulaştığındaysa reddetmek neden kaçış olarak adlandırdığımızı kanıtlar nitelikte. Basit düşünce alemine duygular karıştığındaysa işler daha içinden çıkılamaz hale gelir. Belki öfke, belki nefret, belki şefkat, belki de aşk... En güzel duygu, en kötü çıkmazı getirir insana. Belki bunları yazmaya beni itense, aşkla gelen çıkmaza düşmemdir. Her zaman güzellikle sonuçlanmaz ya da toz pembe dünyayı ayaklarınız altına sermez. Öylesine güçlüdür ki ne olduğunu anlamadan toz parçacığına dönüşebilirsiniz. En güzel aşk, akıl baştayken olur.
"Bebeğim, ne okuyorsun?" Jimin, kulağının dibinden gelen sesle aniden ekranı kapatıp arkasına dönerken elini yatağının başlığına vurması kaçınılmazdı. Ani bir acı iniltisi odayı sardığında, ona eşlik eden küçük kahkahalar vardı. "Aa şey hyung, karşıma bir makale çıktı da onu okuyordum sadece. Önemli bir şey değilmiş zaten boş ver. Hem sen neden geldin bir anda, işte olman gerekmiyor mu?" Jungkook, yatağın kenarına oturup kolları arasına çektiği bedenin boynuna burnunu sürterken soruyu cevaplamayı ihmal etmemişti. "Namjoon rahatsızlandığı için toplantıyı erteledik, fırsat bulmuşken eve geleyim dedim. Ne o, sevinmedin mi beni gördüğüne?" Jimin'in anında gözleri büyürken dudaklarını büzmüş, sıkıca sarılmıştı hyunguna. "Hayır hayır, çok sevindim tabii ki. Sadece erken gelmeni beklemiyordum." Ellerinin arasına aldığı yüzü sıkıca tutarken yanağına bir öpücük bırakmıştı.
Jungkook'un onu yanlış anlamasını asla istemiyordu. "Aç mısın peki?" Sorduğu soruyla karşısındaki adamın gözlerinin anlık kırmızıya döndüğünü gördüğünde cevabını çoktan almıştı ancak sözlü bir yanıt beklemesi gerektiğini biliyordu. "Biraz ama sen yorgun değil misin? Sonra yapabiliriz." Anında olumsuz bir baş sallaması alması büyük olanı güldürmüştü. Yorgun olsa da kendisinden ödün vereceğini çok iyi biliyordu. İtiraz etse dinlenmeyeceğini de. Bu yüzden kollarındaki bedeni kucağına çekmiş, bacakları iki yanına yerleştiğinde bol olan tişörtten dolayı açıkta olan boyuna kısa bir bakış atmıştı. "Canın acıdığında bana tutunabileceğini unutma." Küçük olan mırıldanarak onayladığında beklemeden yaklaşmıştı beyaz tene. Burnuna dolan kan kokusuyla iştahı iyice açılırken gözleri yavaşça kırmızıya dönüşüyordu. Jimin, alışık olduğu bu sahneyi izlerken kırmızı gözler kalbini bir kez daha tekletmişti.
Dikkatle incelemeye devam ederken boynuna batan sivri dişlerle küçük bir inilti bırakmış, geniş omuzları kavramıştı. Yavaşça derine inen dişlerle daha sıkı sarılmış, aralarındaki mesafeyi tamamen kapatmıştı. Damarlarından akıp giden kanı rahatça hissederken nabzının atışı artmış, kanının daha yoğun kokmasına sebebiyet vermişti. Jungkook, yoğunlaşan kokuyla derin bir inleme bırakırken çıkardığı ses Jimin'in bacaklarının titremesine sebebiyet vermişti. Odanın havası bile yoğunlaşırken küçük olanın kendini tutması gittikçe zor bir hal almaya başlamıştı. Dolan gözlerindeki yaşlar yavaşça tombul yanaklarından akarken sarı saçları da tamamen dağılmıştı. Altındaki şort yüzünden hyungunun kumaş pantolonunu zorlayan bacaklarını hissetmek de hiç yardımcı olmuyordu. Üzerindeki yeşil, ince hırkayı çıkarmak için hareketlenmeye çalışsa da durdurulması da çok uzun sürmemişti.
Zorlukla geçen dakikalar sonunda artık derisinden ayrılan dişlerle derin nefes almıştı ancak hiçbir yardımının olmadığını hissediyordu. Kanamayı durduran dille kasılan bedeni de artık tamamen gevşemiş, sonunda bittiği için rahatlamıştı. Ancak bir sorun vardı, Jungkook'un gözleri kırmızılığını kaybetmemişti. "Bir sorun mu var hyung? Kan yeterli değil miydi?" Olumsuz yanıtla kafasında daha çok soru işareti oluşurken sıktığı omzu rahatlatmak adına okşamaya başlamıştı. "O zaman ne oldu?" Kucağında oturduğu beden için sorun ta kendisiydi. "Bana söylemek istediğin bir şey var mı Jimin?" Jimin. Kendi adını ondan duymayalı uzun bir zaman olmuştu. Bu kesinlikle bir sorun olduğuna işaretti. "H-hayır, ne olabilir ki?" Kekelediği için kendisine içinden binlerce hakareti saymaya hazırlanırken aniden yakınlaşan yüzle nefesini tutmuş, gözlerini büyütmüştü. "Bana aşık olduğunu biliyorum Jimin, günlüğünü okudum. İtiraf etmek için neyi bekliyordun?" Kucağındaki çocuğun anında beti benzi atarken elleri titremeye başlamıştı. "B-ben... Hyung- şey..." Cümlelerini asla toparlayamıyordu. Aşkı, onun biricik aşkı olduğunu öğrenmişti. Bir yanı sevinse de diğer yanı çatılı kaşlar yüzünden reddedileceğini düşünüp üzülüyordu.
Nasıl olsa öğrendi, diye düşündü. Artık biliyor, reddedileceksem de bunun içimde kalmasına izin veremem. Anlık düşüncelerinin peşinden gidip bir kez daha üstüne düşünme gereği duymadan biraz önce boynunda olan dudaklara kapandı. Rahatlamış hissediyordu. Geceleri uyurken onu gizlice öptüğü anlardan farklıydı bu. Bu sefer uyanıktı ve onu hissediyordu. Gözyaşları tekrardan akmaya başlarken biraz sonra itileceğini biliyordu ancak beklediği gibi olmadı. Beline sertçe sarılan kollarla bir anda kendini yatakta buldu. "H-hyung..." Dudağına bastırılan parmakla anında susmuş, şaşkın bakışlarını üstündeki adama göndermişti. "İtiraf etmen için ne kadar bekledim haberin var mı? Hiçbir zaman söylemeyeceksin sandım." Dudakları yeniden birleşirken üstlerindeki parçalar çoktan etrafa saçılmaya başlamıştı bile. Islak seslerin sardığı oda şehvetle harmanlanırken ikisinin de içi rahatlamıştı artık. "Hyung... Bana ölümsüz olmak ister miyim diye sormuştun ya, istiyorum." Jungkook'un gözleri daha yoğun bir kırmızıya dönüşürken ikisi de bunun ne demek olduğunu biliyordu. Birleşim. Kızarmış dudaklara hafifçe dişlerini sürterken mırıldanmıştı büyük olan. "İlkin olduğumu biliyorum bebeğim, bunun üstüne mühür... Bilmiyorum, kaldırabileceğine emin misin?" Jimin, anında başını sallayarak onu onaylarken büyük eller çıplak göğsünde geziniyordu. "Bunu seninle yaptığım sürece her şeyi kaldırabilirim."
Jungkook, dişlerini göstererek gülerken yumuşak bir öpücük bırakmıştı yeniden. "Madem öyle diyorsun..." Altındaki bedeni ters çevirip parmaklarını dudakları arasına bıraktığında sıcak dilin etrafını sarması eş zamanlı olmuştu. İyice ıslanması için parmaklarını bekletirken uzun zamandır düşlediği, rüyalarına dahi giren kalçayı inceliyordu. Parmağını serbest bırakan dudaklarla elini aşağı ilerletmiş, onun için hevesle kasılan deliğe ilk parmağını göndermişti.
Devamı, odayı esir alan inlemeler ve seslerle ilerlerken sonucu yorgun düşmüş iki beden olmuştu. Ancak duramazlardı, Jimin ölümsüz olmak istiyordu. Jungkook, içinden çıkmadan dudaklarını Jimin'in kalbi hizasına ilerletti. "Hazır mısın?" Bayık bakışlar atan Jimin, anında yeniden canlanırken onaylamakta gecikmemişti. "Evet, yapalım artık şunu." Cümlesi biter bitmez göğsüne batan dişlerle nefesi kesilmiş, kanıyla birlikte gücünün çekildiğini de hissetmişti. "Jungkook..." Bilinci kapanmadan önce son söyleyebildiğiyse sevdiği adamın adı olmuştu.
Bembeyaz bir ışık. Yavaşça açılan gözlerini yakan parlak ışık, onu rahatsız etmeye yetmişti. Ardından duyduğu ağaca gagasıyla vuran kuş sesiyle artık tamamen gözleri açılmıştı. Sinirle yerinde doğrulup etrafa baktığında ne bir ağaç vardı, ne de kuş. Kapalı pencereden gördüğü metrelerce uzaktaki ağacı gagalayan kuşla kaşları daha da çatılmıştı. Ses sanki yanı başında gibi geliyordu. "Günaydın güzelim, sonunda uyanabilmişsin." Başı bu sefer de kapıdan içeri giren bedene döndüğünde kalbi yeniden hızlandı ve peşinden karnının acıktığını hissetti. Zira burnuna dolan kan kokusu onu bir anda açlığa sürüklemişti. Düşünmeye fırsat kalmadan kendini bir anda içeri giren bedenin dibinde bulduğunda dişlerini saniyesinde boynuna geçirip kanını içmeye başlamıştı bile. "Evet bebeğim, sorduğun için teşekkürler. Kanımı içmene tabii ki izin veriyorum." Küçük olan takmadan karnını doyurmaya devam ederken gür bir kahkaha atarak sarı saçları okşamıştı.
Bundan sonraki rutinleri de hep aynı ilerlemişti, Jimin uyandığında aç olduğunu hissettiği an sevgilisinin boynuna gömülmüş, doymuş olsa bile güvenli limanını bırakmadan orada sığınmaya devam etmişti. 300 yılı geride bırakmış bir vampire aşık olup ölümsüzlüğü her şeyiyle kucaklamak ve emin adımlarla sevgilisine eşlik etmek akıl işi değildi, belki de en güzel aşk akıl başta değilken güzeldi.
Okuduğu makaledeki tabular teker teker yıkılıyordu çünkü Jimin, aklını başından alan bu adamla yüzyıllarını geçirirken bir kez olsun pişmanlık duymamıştı. Onun için aşk toz pembe de değildi, sevdiği adamın kırmızı gözlerinin rengiydi.
Böyle minik bir şey yazmak istemiştim zamanında ve yazmıştım da ama taslakta uzun süredir bekliyordu. Birkaç olay örgüsü değişimi ve düzenlemeyle sonunda size sunuyorum. Umarım beğenmişsinizdir, yeni kitaplarda ve mevcut kitapların yeni bölümlerinde görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın.
-Roslyn