Çoğu zaman sonu olmayan bir uçurumdan düşüyor gibi hissederdi. Ne kadar düşerse düşsün bu bir sonuca ulaşmazdı. İçindeki korku ve panik "ne zaman bitecek?" sorusuyla büyür fakat bu dehşet verici korkudan başka hiçbir şey düşünemezdi. Kızıl saçları, aşağı düşerken iki tarafında sallanır, mavi gözleri korkuyla ardına kadar açılmışken onu bıçak gibi kesen rüzgar gözlerinin dolmasını sağlardı. O kadar hızlı düşüyordu ki göz yaşları yanaklarına dahi ulaşmıyordu. Her yeri buz kesmişti üstelik. Ellerini, kollarını, vücudunun hiçbir parçasını hissetmezdi böyle zamanlar. Dehşet vericiydi.
Düşmek bilmezdi.
Gözlerinin görebildiği tek şey olan gökyüzü,her alçalışında biraz daha küçülürdü, tamamen kaybolmazdı, görülürdü ama gittikçe küçülür, asla yok olmazdı.
Ne zaman biteceğini, ne zaman düşeceğini bilemezdi, o keskin acıyı beklerdi, endişe devam ederdi.
Karanlık dört bir taraftan ona sarıldığında bile düşmeye devam ederdi, her yer karanlıkken, düşecek bir yer kalmadığında bile bu devam ederdi.
Chuuya kendi hayatını sonsuz bir uçurum olarak adlandırabilirdi. Ne başı ne sonu vardı, tek bildiği sürekli düştüğüydü.
Böyle günlerden birinden, balkonunda elinde sigarasıyla birlikte oturuyordu. Dirseklerini demir korkulukların üstüne yaslamış, sakin sakin sigarasını içerken Yokohama'nın muhteşem manzarasına bakıyordu. Şehrin keyfi yerinde sayılmazdı, birkaç saatten beri durmak bilmeyen yağmur şehrin düzenini bir anda alt üst etmişti. Yirmi katta olsa dahi, aşağıdaki insanların bağırışlarını ve korna seslerini duyabiliyordu. Bu seslere bir de gök gürültüsü karışırken Chuuya iç çekti. Bugün onun da keyfi yerinde değildi.
Birkaç günden beri pek iyi hissetmiyordu. Düşüncelerini toparlayamadığından birkaç görevinde art arda başarısız olmuş ve Mori tarafından zorunlu izne çıkarılmıştı. Eh, bu çok fena olmamıştı ama patronunun yüzüne dahi bakmaya utanıyordu. Batırdığı işlerden biri kolay kolay toparlanacak bir şey değildi ama umuyordu ki Kouyou toparlayabilsin.
Chuuya yavaşça balkonun zeminine oturmuş ve kollarını bacaklarına sarmıştı. Göğsündeki ağırlık onu mahvediyordu, üç günü hiç yaşamamış olmayı diliyordu. Bacaklarını daha çok kendine çekerken üşüdüğünü hissetti ama oturduğu yerden kalkası yoktu. Bu yüzden soğuk rüzgarların estiği balkonda biraz daha kendine tutunmaya çalıştı.
Uçurum geri gelmişti.
Aslında hiç gitmemişti.
O his içinde yaşıyor ve her geçen gün dallanıyordu.
Nefes alamadığını hissettiğinde kafasını kaldırmış ve çaresiz bir şekilde içine derin nefesler çekerken dudaklarını aralamıştı, bu tür anlarda geçmişte yaşadığı olaylar aklına düşer, onu huzursuz ederdi.
Arkadaşlarının gözlerinin önünde ölmesi, arahabakiyle ilk tanışması, Verlaine, Sheep, Mori, Osamu...
Elleri boğazına giderken dişlerini sıktı ve gözlerinin dolmasını engellemeye çalışırken boğulur gibi bir ses çıkardı, bir canlının son çırpınışları gibiydi. Havaya ihtiyacı vardı ama zaten balkondaydı. Başını duvara yaslarken vücuduna korkunç bir titreme yayılmış başı dönmüş, midesi bulanmış ve gözleri kararmıştı. Gözlerinden yaşlar süzülürken, bayılacak gibi hissetmesiyle vücudu yere yatmış ve iki büklüm olurken titremesi geçmemişti. Bacakları var olmayan bir şeyi tekmelerken elleri yumruk halinde göğsünde duruyordu. Tüm vücudu titrerken dehşet içinde dişlerini sıkmış, yardım çığlığı için dudaklarını aralamış ve sadece kesik bir nefes çıkmıştı.