29 Eylül, günlerden çarşamba. Yine sen diye çırpınan kalbimi dinlemiş, evinin karşı kaldırımına oturmuş bulunmaktayım. Kimsesiz olmamla birlikte herkesime bakabildiğim, çelişkiler için de bırakan rıhtım bu kaldırım.
Herkesim, benim karşımda ruhu çıplak kalan kadınım. Ah o gözleri gözlerime değdiğin de heyecandan konuşamadığım ve varlığımdan bir haber olanım.
Oturduğum kaldırımdan evini pek tabii çok net görüyordum. Perdeleri her zaman ki gibi kapalı, biraz yaşlanmış bir bina da oturuyordu.
Bu saatlerde ev de olmazdı. Her gece, kendi kendime trib'e girdiğim zamanlar hariç, burada oturur farklı adamlarla gelişini izlerdim. Size yemin ederim ki her gece ölüp ölüp dirilirdim de vazgeçmezdim ona gelmekten.
İlk gerçekleri öğrendiğim zamanlar ona hesap sorma gafletine düşecektim az kala. Sonra hatırladım, kim oluyordum da hesap soracaktım? Kimim ki ben?
Kimseyim. Herkesimin kimsesiyim.
Düşüncelerimi taçlandıran sigaramı yaralı dudaklarımdan uzaklaştırdım, zehirli dumanı saldım gökyüzüne. Saate baktım artık gitmeliydim. Şayet gitmezsen yeniden tükenecektim.
Elimde ki sigarayı rastgele fırlattım, alelacele koştum istanbul sokaklarında.
O sırada gözlerimden yaşlar firar etmişde hiç fark etmemişim. Beni ona götürdüğü gibi ondan kaçmasını bilen ayaklarım beni bir sahile getirmiş. Ama ne sahil. Ne beklersin benden, her zerrem o olmuşken.
Onu ilk gördüğüm sahildi burası. Kıyafetlerimin kirlenmesini umursamadan çöktüm oturdum. Dalgaların amansız savaşlarını izledim. Ne beklersiniz benden, başıboş herifin tekiyim.
Düşüncelerime dalmışken aniden duyduğum sesle irkildim. Yakınımdan geliyordu.
"Hey, sen her gece evimin karşısında ki kaldırımda oturan adam değil misin?"
Sesin sahibi aşinası olduğum kadından başkasının değildi.
"Bilmem. Öyle miyim?"
Yorgun argın dudaklarımdan zorla çıkan cümlemi söylerken ona döndüm. Yüzünü bana çok görmüş olmalı ki benden tarafa bakmıyordu.
Dudaklarımda buruk bir tebessüm peyda oldu, ben ki buruk tebessümlerin adamıydım.
"Öyle tabii. Ölsem unutmam seni"
O konuşurken rüzgarda dalgalanan saçlarından burnuma gelen kokusunu içime çekiyordum. Bir daha ne zaman bulurdum bu fırsatı.
"Neden?" Diye sordum.
Bilmem dercesine omuzlarını silkti.
Yüzünü bana hak görmüş ki dönüp gözlerime dipsiz kuyuya bakar gibi dikkatle baktı.
Yavaşça ayaklandı siyah ayakkabılarını çıkarmaya başladı. Bense merakla izliyordum.
"Hadi" dedi ve başıyla denizi gösterdi. Ardından ekledi "Bana eşlik et"
Düşünmeden başımı salladım ve peşinden denize girdim. Su buz gibiydi. Endişe doğdu içime. Hasta olursa kimsesi yoktu ki ona bakacak, benin de haddim değildi.
Dalgınlaştığımı seslenmesiyle anlamıştım.
"Bu arada yüzme bilmiyorum yanıma gelsen iyi olur. Yoksa toprağın bile kabul etmeyeceği bedenim denize karışır."
Sözleri bir hançer gibi saplanmıştı yüreğime. Neler söylüyordu öyle. Kızdım ona. O bilmese de çok kızdım.
Çok bekletmeden yanına gelmiştim.
Sabit kalabilmek için omuzlarıma tutundu zarif elleri.
Çok yakındık. Tanrım çok fazlaydı bu.
Kalbim kaburgalarımı dövmeye başlamıştı bile.
Nefesimi tutmuş suratına bakıyordum. Kal gelmişti. Ya da kalbime inmişti hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim yakınlığının kalbimi tir tir titretmesiydi.
"Nefes almazsan ikimizde sessiz sedasız terk edecek gibi duruyoruz şu dünyayı"
"Ne?"
Güldü. Hem de çok güzel güldü.
"Şapşal mısın sen?"
Hayır. Aşk sarhoşuyum.
"Hayır aşk sarhoşuyum"
İçimden kendime lanetler ettim. Ne diye söylersin içinden geçeni be adam.
Bu sefer o donmuş kalmıştı.
Gözlerime baktı. Bir şeyi yapmak istiyor fakat emin değilmiş gibi baktı.
"Seni, seni öpebilir miyim?"
Söylediklerinden sonra emin oldum.
Bu kadın beni öldürmeye ant içmiş azizim!
Dilim lâl oldu hiçbir şey söyleyemedim. Lakin o gözlerimden anlamış olmalı ki cevabımı sözlerimi beklemeden dudaklarıma yaklaştı ve kavuşturdu. Kor gibi yaktı dudaklarımı dudakları.
Dudaklarımı cennette çevirmeye devam ederken tuzlu bir tat kondu dudaklarıma. Gözlerimi açtım şaşkınlıkla.
Ağlıyordu. Gözlerinden damlalar intihar ediyordu bir bir.
Endişe ile ellerim ile yüzünü kavradım.
"Neden ağlıyorsun?"
Başını sağa sola salladı inkar edercesine ve ellerimin tutuşundan kurtuldu.
Geriye bir adım attı. Sonra bir tane daha. Ardından hırçınca dalgalarla savaşarak karaya çıktı.
Olup biteni kavrayamayan zihnimi uyandıran suratıma sertçe vuran dalgadan başka bir şey değildi.
Hüzünle harmanlanmış sinirimle çıktım denizden. Koştum. Onu kaybetmek istemiyordum. Tuttum kolundan. İnatla bakmıyordu yüzüme.
Tutuşumu gevşeten tek bir cümleydi.
"Bugün olanları unut. Ben çok pişmanım sen de ol. Sen ve ben biz olamayız"
Saldım Onu. Canımı yaktığı kadar yakmak istedim. Zehirli dilimi esirgemedim.
"Bundan sonra benim için lüzumsuz kadından başkası değilsin."
Ellerim kalbimde. Kulaklarım hıçkırıklarımda, gözlerim gidişinden.
Ruhuma bir ağırlık daha yüklendi daha da kamburlaştım. Ben bu dünyada ruhu kambur adamdan başkası değildim bunu anladım.
-
...
Yazım yanlışları varsa affola.
Oldu mu bilmiyorum. Umarım olmuştur.
Bu tek bölümlük kısa hikaye beyaz skandalım sayesinde kalemimden çıktı.
Öyle işte.
Daha az soluk günler dilerim.