Hayat başlı başına kurallardan oluşurdu. Güçlü taraf olmakta, güçsüz taraf olmak da seçiminize bırakılmış gibi gösterilirdi ancak size herhangi bir seçenek sunulmazdı. Hepsi öylece geçen zamana ve yaşadıklarınıza bağlıydı. Yalnız başınıza kalırdınız, omzunuzdan ittirir ve devam etmeniz gerektiğini söylerlerdi. Düşseniz de kalkmanız, gerekirse hıçkırıklarınızı içinize hapsetmeniz ve neşe saçmanız istenirdi. Doğumdan şanslı olurdu insan, sonradan gün görmezdi.
Gecenin en karanlık saatlerinde gözümü açmış olmalıyım ki bu dünyaya, güneşin doğuşunu hiç görememiştim. Biricik sevgilimi gördüğümde, kalbimin ilk hızlanışını yaşadığımda bir şeylerin değişeceğini düşünmedim diyemem. Karşılık alıyorsunuz, sevdiğinizle hayatınızı değiştirecek tarihi seçiyorsunuz. O tarihin güneşin doğuşunu getireceğini düşünerek heyecanlanırken, tamamen toprağın altına hapsolacağınızı düşünür müydünüz hiç? Ben de düşünemedim.
Beraber seçtiğimiz bu evde, biricik eşimin her gün kırıp yenisi aldığı eşyaların arasında öylece hayatımı devam ettirmeye çalışıyordum. Önceden harika bir hayatım yoktu, epey zorluk yaşadığımı düşünüyordum kendimce. Bu zorlukların arasında bulmuştum onu, her şeyden çekip kurtarmıştı o zamanlar.
Bilmiyorum, çok sorguluyordum. Belki hiç soru sormayışına, yanaklarımı usulca silip incitmemeye çalışır gibi öpüşüne kanmıştım ben. Belki güzelliğiydi beni peşine takan, belki tatlı diliydi. Tanrı'dan amansızca kurtuluş dilediğim dönemimde merhem gibi gelmişti bana. Sırdaşım olacaktı, hayat arkadaşım olacaktı. Her saniye görecektim, her saniye öpebilecekti beni. İncitmeyecekti, sevecekti. Öyle sanıyordum.
Benim güzeller güzeli eşim, aynı eve girdiğimiz an hiç görmediğim bir yanıyla tanıştırmıştı beni. Gözlerimde, her şeye rağmen parlayan yıldızları hayatına eğlence etmişti. Kendi ışığıyla aydınlatmaya çalıştığım hayatımı, kendini uzak tutarak karanlığa mecbur bırakmıştı.
•
"Neden bakmıyorsun suratıma, Jeongguk? Kendince yaptığın tavırları nereye kadar çekeceğim ben?"
Sıkıca yumduğum gözlerim, karşımda dikilen adamın aşık olduğum adam olduğunu görmek istemiyormuş gibi açılmamakta ısrarcıydı ancak, konuşmam gereken zamanda ağzımı da açamaz olmuştum. Öyleydi ya, sesim çıksa bile O'na ulaşmıyordu ki.
"Konuşmayacaksın, yüzüme bakmayacaksın, teselli etmeyeceksin. Sana dokunmak istediğimde bile yüzündeki ifade tiksindiriyor beni kendinden. Söylesene, neden seninle evli kalmak zorundayım?"
Sinirle çıkardığı ceketini gürültüyle yere fırlattığında daldığım için irkilmiştim. Bulabildiği ilk köşeye koşup sinen köpeğimize baktığımda, istemsizce kendimle karşılaştırıyordum. Saçma gibiydi, aslında değildi de. Tıpkı onun gibi koltuğun kenarında güvende olabileceğimi düşündüğüm için öylece siniyordum olduğum yere. Güvenli yerim diyerek sevdiğim bu adam, kendi evimizde güvenli bir yer arayacağım hale getirmişti bizi.
"Sorsana yine! Neredeydin Taehyung, kim vardı yanında Taehyung? Sorsana yine nerede ne halt yediğimi! Konuşsana Jeongguk! Benden korkuyormuş gibi davranma yalvarırım bir şeyler söyle!"
Üstüme eğildiğinde dolan gözlerimle kollarımı yüzümün önüne getirdiğimde, telefonunu var gücüyle yanımdaki duvara çarpmış ve hışımla kapıya yürümüştü. Seslerinden mutfağa girdiğini anlıyordum, bağırmaya devam ediyordu. Oturmama rağmen titreyen bacaklarım sinirlerimi bozarken, olduğum pozisyonu bozamamıştım. Başım hala kollarımın arasındaydı.
"Canavarmışım gibi hissettiriyorsun, canavarmışım gibi bakıyorsun bana. Korkacağın bir şey yapmıyorum sana, sana zarar vermiyorum Jeongguk!"
"Veriyorsun, bu hayatta en çok sen zarar veriyorsun bana!"
Başımı kollarımın arasından kurtarıp koltuğun kenarına tutunarak, karşılık olarak ben de bağırdım. Bir şeylere vurduğunu düşünüyordum ancak sesimi duyunca yaptığı bütün sesler kesilmişti. Endişeyle kalkacakken adım seslerini duymamla olabilecekmiş gibi daha da geriye gitmeye çalıştım.
"Ne söyledin? Ne söyledin diyorum Jeongguk, tekrar et."
Sessiz kaldığımı görünce çatık kaşlarını yumuşattı. Her zamanki gibi her şeyi mahvediyor, sonrasında da hepsini yapan kendisi değilmiş gibi dolan gözleriyle özürlerini sıralayıp defolup gidiyordu.
Birbirine bastırdığı dudaklarıyla gözlerini silmeye çalıştı ancak bu sadece daha çok batırmasına neden olmuştu. Mutfakta ne yaptığını bilmiyordum ancak elinin aşınmasına ve kanamasına neden olan bir şey yapmıştı.
"Jeongguk, ben, ben sana zarar vermek istemiyorum ki."
Öylesine masumca söylüyordu ki, az önce bağıran benmişim gibi hissediyordum. Salonumuzun bu hale gelmesine neden olan benmişim, bedenimin ve ruhumun böylesine çökmesine neden olan benmişim gibi hissediyordum.
Hızlıca yanıma geldiğinde sakinleşen ortamla rahatlayan bedenim tekrar kasılmış, beni kolları arasına almasına izin vermiştim.
Alışmıştım, artık ağlayamıyordum bile. Ancak o her zaman ki gibi hıçkıra hıçkıra özür diliyordu. Saçlarıma kondurduğu öpücükler birkaç yıl öncesine ait değildi. O zaman o kadar masumlardı ki. Böyle değildi, merhem olmak istiyordu ancak bu sefer yaraların sahibi de oydu.
"Jeongguk, sevgilim, özür dilerim. Ne olursun bakma öyle, benden nefret etmeni istemiyorum."
"Senden nefret etmiyorum, Taehyung."
"Öyle bakıyorsun, Jeongguk. Ne olur bakma öyle."
Duygularım o kadar birbirine girmiş gibiydi ki, nefes alırken bile ciğerlerime dikenler batıyormuş gibi hissediyordum. Uzun zaman sonra akmaya başlayan gözyaşlarımla, yanaklarımı silmeye çalıştığını hissettim. Birkaç yıl önce, hep bahsediyorum ancak, birkaç yıl önce olduğu gibi sarılıyordu. Yine eşimin göğüsüne bırakıyordum hıçkırıklarımı ve yine eşim teselli ediyordu beni ancak bu sefer, hıçkırıklarımın sebebi de eşimdi. Kendi kırıklarını düzeltmeye çalışıyordu, tıpkı kırdığı eşyaların yenilerini aldığı gibi.
Ancak ben eşime, kalbimin yenisini alamayacağını söylemek için geç kalmış gibi görünüyordum.
•
-amaris.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pretty when you cry , taekook.
Fanfiction"Yağmurlu havaları seversin sen, yarattığın fırtınalara bayılırsın. Ancak şimdi akan damlaları benim yağmurum say, bugün sana gözyaşlarımla güzel görünmek istedim."