Hani bazen içine böyle bir şey oturur, tam göğüs kafesinin ortasına. Nefes almak imkansız gibi gelir ya. Böyle her aldığın nefeste canın acır. Konuşmak istersin birileriyle. Herhangi biri. Kim olduğu fark etmez. Böyle içindeki bütün nefreti, bütün kırgınlıkları, bütün paramparça olmuş enkazı bir kenara süpürüp atmak istersin ya içinden. Hatta bir şeyleri kırıp dökmek, boğazın acıyana kadar bağırmak, tek başına oturup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istersin. Hah şuan ki durumum tam olarak buydu.
Bir şeyleri kırmanın veya fiziksel bir acının rahatlatacağını biliyordum ama asla iyi gelmiyeceğini de farkındaydım. Sanırım iyi gelicek olan tek şey alvinin kollarının arasında huzur dolu kokusunu içime çekerken hissettirdiği o güvene teslim olarak saatlerce uyumaktı.
Şuan ne yapıyordu? Neredeydi? Nasıldı? Ağrısı var mıydı? Kiminleydi? En önemlisi aklına geliyor muydum? Hiç birini bilmiyordum!
Lanet olsun ki yine tek başımaydım. Barış yoktu ! Alvin yoktu! Bu yaşa kadar yanımdan ayrılmayıp hayatımın içine eden teyzem yaşıyor muydu haberim bile yoktu! Beni tamamlayan, var olduğumu hissettiren hiç kimse yoktu.
Yorganı ayaklarımla iterek kurtulduktan sonra ahtapot gibi sarıldığım yastığı camın önüne fırlattıktan sonra doğrularak yatağın kenarında duran tavşanlı krem rengi pofuduk terliklerimi giyerek dolabın önüne geldiğimde gözlerimi sımsıkı yumdum. Nefesimi tutarken ölmek istedim bir an. Çok ağır geliyordu artık yaşadıklarım. Kaldıramıyordum. O kadar güçlü değildim ki ben.
Alvin yoktu ki evde. Veya barış. Evde baksır sütyen geziyorum diye kızıp ağzıma sıçıcak bir sevgilim yoktu ki artık hayatımda. Bitmişti. Ben bitirmiştim. Pardon da soruyor musunuz bir de? Tabi ki gerizekalıyım. Malın önde gideniyim.
Tam bir hafta olmuştu bugün. Bir haftadır alvinin kokusunu içime çekmiyordum. Kolları bir haftadır bedenimi sarmıyordu. Dudaklarımdan iliklerime kadar özlemiştim. İçim kurumuştu sanki özlemekten.
Dolaptan hiçbir şey almadan kapaklarını kapatarak makyaj sandalyesinin üzerinde duran hırkayı üzerime geçirdim sadece. Mutfağa inerken sanki aylardır hiç uyumadan nefes almaksızın çalışıyordum. Bir haftadır uyumak ve bir şeyler yemek dışında hiçbir şey yapmadığım göz önünde bulundurulursa yorgun olmam söz konusu değildi. Acı çekmek insanı yorabilir miydi?
Mutfağa girdiğimde gözlerim bir kez daha ihanet ederek son raddesine kadar doldu. Düşmemek için girdikleri savaşta yenik düştüklerinde ayaklarımın beni taşımıyacağını fark ederek kapıya tutundum. Barışla alvinin kavga ettiği gün alvinin bağırışlarıyla elimden düşüp kırılan yumurtalar kurumuş ve iğrenç bir hal almıştı. Ah evet evet bir haftadır odadan çıkmayınca doğal olarak evi bok götürüyordu. Her yerde cips ve sigara paketleri, bira kutuları, kıyafetler. Ahırlar bile burdan daha temizdir belki de. Derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Ben istemiştim sonuçta bitmesini. Bu seçimi yapan bendim. Kendimi yıpratmanın bir anlamı yoktu. İyi olacaktım. Herkese hatta her şeye inat dimdik duracaktım ayakta. Neleri atlatmıştım bunu mu atlatamıycaktım. Babasız büyüyen bir kıza aşk acısı koyar mıydı? Ne annem vardı ne babam. Onlarsız ayakta durabildiysem alvinsiz de durardım. İstanbula gelmeden öncede yaşıyordum şimdi sadece alvin yanımda yok diye ölücek değildim.
Ketıla kahve suyu koyduktan sonra dolabı açıp yiyebileceğim bir şeyler aramaya başladım. Ne ara bitmişti her şey?
Kaşar, domates, sucuk, salam, salatalık, reçel, sosis ve ketçapı çıkardıktan sonra tostu nasıl yapıcağımı düşünmeye başladım. Tost nasıl yapılıyordu ki? Keşke alvin öğretiyim dediğinde kabul etseydim. Alvin! Siktiğimin gerizekalısı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldız Masalı
RomanceHerşey bu kadar zormu olmalıydı onun için? Herkes gibi sıradan rahat bir hayatı olması niye bu kadar zordu? Zaten hayatın en acı yüzünü doğduğu gün öğrenmişti. Annesi doğumdan bir kaç saat sonra ölmüş, babası ise doğduğunda bir kere bile görmeye gel...