Eddie'yi görünce düşen yüzümü herkes fark etmiş olacak ki ortam çok gerilmişti. Robin boğazını temizleyerek kalktı ve beni de kaldırdığında Eddie mimiksiz şekilde beni izliyordu. Bakışlarım onun arkasındaki Dustin'e döndüğünde bunun onun fikri olduğunu anladım. Aptal.
"Bence bir katil ile baş başa kalmamalısın. Seni öldürüp yola atabilir." Göz devirip bana doğru gelmeye başladığında yumruğumu sıktım. "Anlık bir öfkeyle dedim. Gerçekçi olmadığımı biliyorsun." Dalga geçer gibi güldüm ve yumruğumu yüzüne indirdim.
"Siktir git." Doğrulduğunda yumruğumu tekrar yüzüyle buluşturacaktım ki Steve beni tuttu. "Tamam, sakin olalım!" Steve ortamı sakin tutmaya çalışıyordu ama bunu başaramadığı belliydi. Ben fazla saldırgandım ve Eddie de, fazla sakin...
"Sadece konuşacağız. İstersen Steve de olsun." Bakışlarım Steve'e dönerken az da olsa sakinleşmiş gibiydim. "Tamam, burada söyle." Diğerleri sessizce ayrılırken derin bir nefes alıp merdiven basamağına oturdum. "Dinliyorum Munson."
"Açıkçası ne diyeceğimi bilmiyorum. Sadece çok gergindim ve sana patladım. Bir katil olmadığını, asla o kadar kötü bir şey yapmayacağını biliyorum. Yani, galiba. Ve özür dilemekten başka bir şey gelmiyor aklıma. O yüzden, lütfen bunu kabul et." Elinde olan poşeti yeni fark etmiştim. Poşeti açtı ve içinden katlanmış bir Hellfire tişörtü çıkardı. Onun, Hellfire tişörtü.
"O gece, çok beğenmiştin," Katlanmış şeyi açtı ve bana yaklaştı. "Özür dilerim." Gülümsediğinde şaşkınlığımı üzerimden atıp bende ona gülümsedim. "Pekala, galiba bu seferlik kabul edebilirim. Yine de, bir daha böyle bir şeye kalkışırsan seni öldürürüm." Omzunu silkti ve elini uzattı. O esnada en başından beri kenarda olan Steve konuştu. "Hangi geceden bahsediyor?" İkimizde aynı anda ona döndük ve göz devirdik. Bu çocuk her şeyi soracak mıydı? "Güzel bir geceden." Eddie kestirip attığını belli etmek ister gibi arkasına döndü ve bodruma indi.
Steve ile tek kalınca bakışları bana döndü. Bende bir şey demeden aşağı yönelirken bana bağırdı. "Bunu açıklamayacak mısın?" Omzumu silktim ve bodruma girdim. "Polisler size geldi mi?" Dustin'in yanına oturdum ve saçlarını karıştırıp onu göğsüme çektim. Aptal.
"Chrissy'i gördükleri an unuttular. Sonra onu alıp götürdüler." Rahat bir nefes verdim ve kafamı salladım. Korktuğum kadar kötü gitmemiş. Ama ben orada olsaydım, sanki direktmen beni görüp anlayacaklardı gibi gelmişti. Ve bu nefes alışımı zorlaştırmaya yeten bir düşünceydi. Hafif zorlanarak öksürdüm ve zar zor nefes aldım. "Anya?" Eddie endişeyle bana bakınca boğazımı tuttum. Niye bir anda böyle olmuştum ki? "Anya iyi misin?" Dustin beni sarstığında kafamı olumsuzca salladım. O an Robin hızla bağırdı ve ayağa kalktı.
"Çantası nerede?" Kimseden ses çıkmayınca sinirle bağırdı. "Çantasını görmediniz mi?" Eddie koşarak üst kata çıktı ve hemen sonra çantamla döndü. Robin içinden bir kaç şey çıkardıktan sonra kırmızı şeritli boruyu bana uzattı. Gülümsedim ve hızla onu alıp ağzıma götürdüm. "Astım. Panik atak geçirdiği zaman etki ediyor." Omzunu silkti ve yanıma gelip omzuma elini koydu.
"Dikkatli ol." Kafamı salladım ve minnetle ona baktım. Gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı ve yerine geçti. Bende oturduğumda Lucas korkulu gözlerle bana bakıyordu.
"Ah, Tanrım sakin ol Lucas!" Gülerek ona baktığımda tuttuğu nefesini verdi. "Beni endişelendiriyor. Seninde, Max'in hali de. Hadi Max'i biliyoruz abisi öldü ama sen neden bu kadar yaralısın ve her şeyi saklıyorsun? Bize anlatmazsan olası durumda seni nasıl kurtarabiliriz?" Öfkeli duruyordu ve dediklerinde haklıydı. Yine de bir şey diyemedim. "Lucas, konuştuk bunları. O konular Will ve Eleven ile Indiana'ya gitti." Mike ikisinin ismini duyduğu an kafasını kaldırdı ve bize baktı. Gülümseyerek ona baktım ve göz kırptım. İkisini de çok seviyor ve çok özlüyordu. Geçen gece Eleven'ın adını sayıklayarak ağladığına tanık olmuştum. Ondan önce de bir kaç gece Will için ağlıyordu. Will'e çok değer veriyor ama onunla asla iletişim kurmuyordu. Nedenini hiç sormadığıma inanamıyorum. Bir ara kesinlikle öğrenmeliydim.