BÖLÜM BİR

369 5 2
                                    

Kızlar

Rachel McCallister ve kız kardeşi Helen, doğdukları ve büyüdükleri evde yaşıyorlardı ve tanıdıkları her insanın -buna kendileri de dâhil- söyleyeceği üzere muhtemelen hayata gözlerini yine bu evde yumacaklardı. Ama şu an için gençtiler; Helen yirmi beş yaşında, Rachel ise sadece on sekizindeydi. Önlerinde uzanan yolları net ve tahmin edilebilir görünüyordu, birbirlerine sarsılmaz bir bağ ile bağlı olan kızlar için ayrı geçirecekleri bir gün, fantezi gibi görünecek kadar saçmaydı. Bir bulutun üstüne ev inşa etmeyi düşlemek bile daha gerçekçi sayılırdı.

Kızlar, yüz yıl önce büyük büyükbabaları Elijah McCallister ve Çinli rehinesi Ming Kai tarafından dünyanın en iyi ipek kumaşlarını yapmak hayali ile kurulan Roam kasabasında yaşıyorlardı. Ayılarla vahşi köpeklerin kol gezdiği karanlık bir ormanın gölgesinde kalan kasabanın bir tarafında heybetli bir dağ, diğer tarafında da ucu bucağı bilinmeyen bir vadi yer alıyordu. Öyle ki hiçliğin orta yerinde yer alan kasaba, kuruluşundan yüz yıl sonrasında bile hâlâ görülmeye değer bir mucize, antik bir uygarlığın başkenti gibiydi. Ama artık bitkin, kırgın ve neredeyse bomboştu. Böyle giderse bir gün bitkiler âlemi, bu kasabayı ele geçirecek ve buraya 'evim' diyen insanların da buna tanıklık etmekten başka ellerinden hiçbir şey gelmeyecekti. Zaten kasabada yaşamaya devam eden insan sayısı da son sayıma göre 227'ydi ve bu sayı her geçen gün azalmaya devam ediyordu. Hayata gözlerini burada yumanlar, yaşayanlara on misli fark atmıştı. Sayıları öylesine fazlaydı ki ruhları artık karanlıkta muhafaza edilemiyor, kasabada yaşayanların alanlarına dağılıyordu. Kimi zaman oluşturdukları soluk ışık hüzmesi karanlık odalara, kapalı kapıların altına ve geçitlere sızıyordu. Roam'da onların varlığını hissetmeden ayak basabileceğiniz tek bir nokta bile yoktu ama buna rağmen kendilerini göstermeyi tercih ettikleri anlar nadirdi.

Tabii bir de Rachel ve Helen vardı.

Rachel ve Helen kısaca kızlar olarak bilinirdi. İnsanlar onları böyle çağırırdı. Kızları gördünüz mü? derlerdi mesela. Ya da İşte kızlar da geldi, derlerdi. Anne babaları öldükten sonraki yedi yılda beraber geçirmedikleri tek bir an bile yoktu, asla. Helen o gün bugündür küçük kardeşi Rachel'a göz kulak oluyordu ama bundan daha fazlası da vardı. Ortak kayıpları onları öyle yakınlaştırmıştı ki sanki biyolojik bir başkalaşım meydana gelmiş ve ikisini ayrılamaz tek bir parça hâline getirmiş gibiydi. Bunun göstergesi de asla ayrı ayrı birer kız olarak düşünülememeleri, hep kızlar olarak bilinmeleriydi. Birinin diğerine bağımlı olduğu öyle çok şeye sahiplerdi ki...

Bu kadar ayrılamaz olmalarına rağmen birbirlerinden olabildiğine farklıydılar. Biri kördü, diğeri görebiliyordu; biri bir meleğin yüzüne sahipken diğeri... Diğeriyse böyle bir şeye sahip değildi.

Rachel, tatlı, güzel ve kör olandı. Gözleri elaydı, karanlık çevrelerinin ardında açık bir kehribar rengi hafifçe parlardı. Tamamıyla kör değildi. Şekilleri ve parlak renkleri görebiliyordu, yanıp sönen bir gölgeler ülkesini izler gibiydi. Gözleri ona bazen rüyalarımızda içinde kaybolduğumuz karanlık ve esrarlı ormanları gösterirdi. Eğer bir şeye çok yakından bakarsa, onu öpebilecek kadar yakından, o zaman o şeyin çok küçük bir parçasını seçebilirdi. Bir kitaba böyle baktığında her seferinde bir ya da iki harfi seçebiliyordu. B i r v a r m ı ş b i r y o k m u ş. Okumayı da böyle öğrenmişti. Büyülü Köpekçik Mark isimli ince bir kitabın bir bölümünü böyle okumuştu. Ama o bir bölümü okuması bile haftalarını almış, onu ölesiye yormuştu. Bir daha da asla kitap okumaya yeltenmemişti. Yine de harfleri seviyordu. Diğer çocukların ağaçlara ve evlere yaptığı gibi, o da harfleri kir, toz içine kazırdı.

Üç yaşındayken ateşler içinde yandığı, kasaba doktoru Dr. Carraway'in termometre kullanmaya bile kalkışmadığı geceden beri kördü. Doktor bunun gibi yüksek ateşi, yıllar önce bir kez daha görmüştü: termometre genç çocuğun fırından beter ağzında patlamış, minik cam kırıkları boğazını kesmiş ve akan civa yaralarına sıçramıştı. Çocuk ölmüştü. Yıllar sonra bile melon şapka takan ve yakasından kırmızı bir gülü eksik etmeyen yaşlı Dr. Carraway, bunlara şahit olmuştu. Yanan saçlar, şekil değiştiren kulaklar ve bir insanın yüzünü anbean kaybedişi. Aynı zamanda bir kelebek sürüsünün Roam'u kuşattığı ve dev bir sarmaşık dalının beşiğinde mışıl mışıl uyuyan bebeği kaptığı günlere de tanık olmuştu. Rachel'ın bu ateşten dolayı büyük ihtimalle öleceğini biliyordu. Dokunulamayacak kadar sıcaktı, çarşafının uçları terden sırılsıklam olmuştu. Çıkardığı tek ses melodik bir iniltiydi, ölüm ağıtı. Ama üç günün sonunda ateşi düşmeye başladı ve kız mucizevi bir şekilde iyileşti. Ve kısa bir süre sonrasında da sanki bu olay hiç yaşanmamış gibi, sanki eceline hiç yaklaşmamış gibi tatlı ve neşeli hâline geri döndü. Bir gün evden çıkıp ormana gidene ve bir sel yatağına yuvarlanana kadar kimse kör olduğunu anlamamıştı. Dr. Carraway tekrar geldi ve onu muayene etti. Söylediğine göre yüksek ateş optik sinirlerine zarar vermiş olmalıydı, oysaki gerçekte ne olduğuna dair onun da hiçbir fikri yoktu. Eğer haklıysa -ki haklı değildi- bu durumda zarar gören sinirlerin zamanla ve dualarla yeniden iş görür duruma gelmelerinin de olası olduğunu düşünüyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 28, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bir İpek Böceği Masalı - Daniel WallaceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin