Sabahında Mina ile senelerdir yapmadığımız yüzleşmeyi herkesin önünde yaptıktan sonra; günün devamının sakin olacağını beklemek sadece aptallık olabilirdi.
Jungkook'la beraber oldukça beyin yakan bir dersten çıkmış kantine doğru yürüyorduk. Tüm gözler üstümüzdeydi ve ne yaparsak yapalım bizi takip ediyorlardı ancak biz bunu sessiz bir anlaşmayla karşılıklı olarak yok sayıyorduk. Sonuçta ben onun yanında her şeye rağmen mutlu hissedebiliyordum.
Jungkook ders boyunca yaptığı gibi elimden tutuyordu. Sanki elimi bırakırsa uçup gidecekmişim gibi hissettiriyordu çünkü kelimenin tam anlamıyla bir an olsun beni bırakmıyordu öyle ki bu durumu dersine girdiğimiz profesör bile fark etmiş ve derste şakayla karışık Jungkook'a laf atmıştı.
'Lisa ile sevgili olduğunu sınıftaki tüm erkekler öğrendi, endişelenmene gerek yok' diyen profesörle tüm sınıf kahkaha atmış ve ben de bir hayli utanmıştım ancak Jungkook bizim aksimize gayet ciddiyetle cevaplamıştı profesörü.
'Öğrenmeleri onlar için en iyisi olur zaten hocam.'
Jungkook'un cevabıyla büyük bir kahkaha atan profesörle utancımdan ölecek gibi hissetsem de bir yandan da elini tuttuğum adama tekrar tekrar aşık olmaktan alamıyordum kendimi.
'Sevgilim sen kantine geç. Jennie'ler oradaymış zaten. Ben bir kütüphaneye gidip geleyim. Bu lanet kitabı teslim etmezsem ceza alacağım'
Bir anda konuşan Jungkook'la yüzümü ona döndüm ve kafamla onayladım. O da başımın arkasından zarifçe tutarak saçlarımın üstüne büyük bir öpücük bıraktı. Onunla ilgili her şey kalbimi hızlandırıyordu. Saçımı öperken içine derin bir nefes çekerek saçlarımı koklaması gibi küçücük şeyler bile elimi ayağımı birbirine katıyordu.
'Birazdan görüşürüz sevgilim' diyerek ayrıldım ondan ve kantine doğru yürümek için fakülte binasından çıktım.
Jungkook yanımda olmadığında, az önce kolaylıkla yok sayabildiğim zorlukların aslında beni ne kadar zorladığını fark ettim ama yine de dişimi sıkabileceğimi düşünüyordum kantine gidene kadar. Bütün bakışları, yüzüme bakarak fısıldayan insanları görmezden gelmeye çalıştım.
Kantine doğru ilerlemek adına geçtiğim koridoru sonunda, köşede tartışan Bambam ve Mina'yı gördüm. Buna his mi denir, yoksa tarihimin tekerrürden ibaretliğinin kanıtı olduğundan mı anladım bilmiyorum ama onları gördüğüm an hissettim tekrar mahvoluşuma sebep olacaklarını. Yine de belki bu sefer farklı olur umuduyla onları görmezden gelip, yanlarından sadece geçmek istedim. Bir ana kadar başarılı bile olmuştum öyle ki kazasız belasız kantine gidebileceğime olan inancım yeşermişti. Ancak tüm umutlarımın sessiz katili Mina'nın sesine kadar yaşayabilmişti içimde yeşeren umutlar.
'Ah kötü kızımız da buradaymış.' Konuşan Mina'ya benden önce Bambam cevap vermişti.
'Bu hikayenin asıl kötüsü sensin Mina. Hep sendin o yüzden bir kere olsun şu kızı karıştırma.'
Bambam senelerdir ilk defa doğru bir şey söylüyordu o yüzden şaşkınlıkla ona baktım. Pişman olduğunu söylese de o kadar yıl sonra benim yanımda olması hâlâ garip geliyordu bana. Bunun önüne geçemiyordum. Ben tüm şaşkınlığıma Bambam'e bakarken Mina'nın kahkahasını duydum. Sinirden kelimenin tam anlamıyla kudurduğunu biliyordum ve tavırları da bu düşüncemi kanıtlar nitelikteydi.
'Sen onun yalakası olan bir aptalsın sadece Bambam o yüzden asıl sen karışma!' Mina ateş saçan gözlerini Bambam'a dikmiş konuşuyordu ancak cümlesini bitirir bitirmez ağlamaktan mı sinirden mi anlamadığımı kırmızı gözlerini bana çevirmişti. Ondan korkmuyordum ama yine de bu hali irkilmeme sebep olmuyor değildi. Gerçekten perişan ve etrafı herkesi perişan edebilecekmiş kadar sıyırmış görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burn Bridges -Liskook-
Fanfictionİntikam ateşiyle yanan bir kadın kötülük yapmak için ne kadar ileriye gidebilir?