Ümitlerin bittiği ve hayallerin son bulduğu yerden sonra hayatta kalmanın ne yararı gvar?Bilmediğimiz bir yolda bata çıka yürürken ve her attığımız adımda ayaklarımız çamura bulanırken durmamızın sebebi ne?Hiçbirşey değişmiyeceğini bilerek gece gündüz gözyaşı akıtmak niye? Aklımızdaki onca soru, mantıksız da olsa küçücük bir cevaba sığınmaya çalışırken mantığın ne anlamı var?
Bitmek bilmeyen bu çilenin girdabına kapılmış nice yürek var. Savrulup gidenler, geriye dönmeyenler... Ne yapacağını şaşırmış ve bilinmezliğin yolcusu olmuş ne zenginler, ne fakirler var. Bir çıkış olmalı bu karanlıklardan ve aydınlığın içimize dolacağı bir an bulunmalı bu amansız haykırıştan.
Vuslatın bekçisi olmuşsa hüzün dolu gözlerim, sevgim ise sürgüne yollanmışsa ayağındaki o prangalarla.
Acıyla dolu mayınların üzerine doğru. Kurtuluşuma, özgürlüğüme ermenin bir yolu olmalı...
Yapraklarını dökmeye başlayınca anıların sızısını hissedersin en derinde bir yerde ve sancısı tutarsa eğer yağmurun bile acı acı fısıldadığı o yalnız gecelerde hasretin, yanında muhakkak bir dost bulmalı insan.
Kısacası bir sonu olmalı bu yağmurun, bu kışın, bu katliamın...Ve güneş doğmalı o karanlık gecelerde yok olmuşluğa...
Biz asiler, her ne kadar yorgun, her ne kadar yanlız, her ne kadar yaralı da olsak asilik damarımızda kanda vardı.
Bizler ölümü göze almış ama yine de hayat felsefemize zıt düşmemeye, sırtımızı ona dönmeye asillerin tarafına geçmemeye yemin etmiş; dirençli insanlardık.
Hiçbir asil aklımızı çelmeye kalkışmamlı, sonucunu göze almıyorsa gerekse yaklaşmamalıydı bile.
Onlar kendilerinden fazla emin, ego yığınları, burunlarına kadar öfkeyle doluyken, bize karşı büyük bir kin, büyük bir hiddet beslediklerini bile bile elimizi onlara uzatmayacaktık.
Imkansız da bu. Tıpkı.. şey gibi... hayal... Yıllar önce kurmamıza yasak konulmuş olan hayaller..
Güçlü olmalı, kendimizi savunmalıydık güçsüz durmanın sadece bize zarar vereceğini bilen binlerce çaresiz yüze sırtımızı dönmek yakışmazdı bize.
Ne olursa olsun umutlarımızdı bizi hayatta tutan. Ne kadar kendimize inanırsak o kadar güçlü olacağımızın farkındaydık.
Ne kadar inancımız varsa kendimize, olanın hepsini harcamalıydık yokoluşa attığımız bu adımlarda. Cesur olmalı en azından karşımızdakinin güvende hissetmesini sağlayacak kadar kol kanat germeliydik çevreye.
Korkmuyor gibi yapmalıydık bir nevi... Korksak bile...
Çevremizdeki direnişe katılmalı dirence karşı koymalı pes etmemeliydik. Yüzünü kara çıkarmamalıydık bize inananların.
Ama kötünün de kötüsünün karşımıza çıkacağını biliyorken cesur davranmak, pes etmemek, ayakta kalmak benim gözümde boş bir çırpınıştı yalnızca.
Farklı düşünceleri engellememeliysik asla en önemlisi. Yalnızca yanlış olanlara karışmalırydık gerçekleşmemesi için. Ona da yol göstermeliydik. İşte doğru olan buydu.
Şimdikinin tam tersi oluyordu kısacası bunların her biri...
Ben Nida. 17 yaşındayım okula gitmiyorum. Asilerin yönetimini neredeyse dizginlemiş durumda bir savaşçı, bir genç kızım.
Genç dediğime bakmayın aslında ben ne gençliğimi ne de çocukluğumu yaşadım...
7 yaşından beri hayatım savaş meydanlarında geçirdim. Siperleri evim, askerleri ailem, top seslerini ninnim bildim şu yaşıma kadar.
Abimin ölümünden sonra bende onun varisi olarak başa geçtim. Görevimi hakkıyla yapmak ve de onu yüz üstü bırakmamak istiyordum.
Küçük Helenia elime yapışınca düşüncelerimden uzaklaştım ve arkamdan gelen sonaro (Asil Askerler) yok sayarak siperlere koşumaya, arkamdanda Helenia'yı sürüklemeye başladım.
"Nereye gidiyoruz Nini?"
"Sokolakların (Asi askerler) yanına." Helenia'nın yüzüne baktım. O kirli ama masum yüzüne, parlayan gözlerine.... Umutla bize güvenen en küçük asilerdendi belkide kendi seçimi değildi ama şuan asilerin yanında dimdik duran bir çocuk askerdi.
Evet belki olabların farkında değildi. Haberi yoktu dış Dünya'daki yıkımlardan, katliamlardan ama şuanki bu cesareti göz yaşartıcı cinstendi. Bazıları için onur kırıcı bir utanç kaynağı da olsa...
"Ben Abra'nın yanına gitmek istiyorum."
"O üçüncü cephe ve orada sonarolar hücuma geçmiş zaten seni bıraktıktan hemen sonra oraya destek kuvvetlerle birlikte gideceğim."
Bahsettiği Abra onun çocukluk aşkıydı. Abra'da çocuk askerdi. Bu durum bana, küçükken Brand'a duyduğum ilgiyi hatırlatıyordu. Şuan o da üçüncü cephede savaş karargahından çağırılmayı bekliyordu.
Rütbesi benden yüksekti. Yönetimden o sorumluydu ve o da abisini kaybettikten sonra varis olmuştu. Tıpkı benim gibi...
O zamandan beri bizi ayırmayı kimse becerememişti her zaman birlikte gezmiş, savaşmıştık. Ama son günlerde görüşemez olmuştuk.
Arkamızdan gelen silah sesiyle düşüncelerimle soyutlaşmamı sonlandırarak daha hızlı koşmaya başladım. Helenia artık bana sadece yük oluyordu çünkü o kısa bacaklarıyla bana yetişemiyordu.
Ani bir hareketle Helenia'yı sırtıma aldım ve hızımı arttırdım. Aramız açılırken Tom'un sesini duydum.
"Komutan seni çağırıyor Nid"
Yüzünü Helenia'ya çevirdim. Korku ve merak dolu gözleri çaresiz şekilde yapacağım hamleyi beklediğini belli ediyordu. Onu Tom'a itejleyerek istifimi hiç bozmadan, sakin bir sesle "Sonarolar yaklaşıyor. Gidip Pate'e söyle destek kuvvet çağırsın, siperin dayanacağını sanmıyorum."
Evet anlamında kafasını salladı ve Helenia'nın elini tuttuğu gibi koşmaya başladı. Sanırım destek kuvvet çağırmaya gitmişti